7 Mart 2023 Salı

BIKKINLIĞIN KİTABI-Messenger by Ravsha

BIKKINLIĞIN KİTABI-Messenger by Ravsha

El yazması ve dünyada sadece bir kopyası olan bir kitap. El yazması kitaplarımın birincisi. Hikayeler, anılar, denemeler, çizimler, grafitiler :P, grafikler...ler ....lar...:D Bir nevi başucu kitabı... Yaşam Kılavuzu-----mizahla--------------------Anti ciddi hareketle...... Edebiyatla.....yattım resmen...------*****

Gelişmek, evrimleşmek istiyor musun? Hemde eğlenerek: Videolarımı kaçırma ;)

 SANAT VE TEKAMÜL VİDEOLARI:BEĞEN/PAYLAŞ/ABONEOL :)


14 Ocak 2014 Salı

deneyler...

Canındaki Benler

Her biri bir öncekinden daha orospu duygularla sevdim seni.
Sensizlik korkusuyla titreyen ağlangaç kapaklarım;
Kendiliğinden düşen göz yaşları hayalleri kurarken
acaba pezevengide ben miyim bu orospuların diye endişelenirdi göz yaşlarım..
Oysa her zamankinden daha şerefsizce değildi para karşılığı seni mutlu eden duygularımın bana verdiği ağlanılası tatmin
Ve ona tapınmalarım!!!

Eskimeyen bu ayinler olsaydı keşke sana olan nefretim yerine.
Bir yan böğürürken kızıl notalarla örsüme, üzengime: “unutmalısın” diye
Çekicim parçalanana dek direndi sanki;
Salak, romantik bir aşk delisi kendisi ;)
Diğer yan diretti de diretti:
“sev beni!....... Ve bir daha, bir daha,........ biraz daha sev beni!

Bir vuruşta kılı kırk yaran bir sevmeydi benimkisi
aldığın nefes verdiğin nefese eşitmiydi!!!
Peki ya kokusunu bile bildiğim kalp kapakçıklarının sistol ve diastol zamanlarında geçmesine izin verdikleri kanındaki alyuvar miktarı....
hadi bunları siktir et!:
Mutluluğun huzurlu muydu ve...
üzüntülerini uşağım olmaya ikna etmek için neler yapmalıydım???..
.....................Düşündümde.............................:
Belkide hiç vurmadan kılı kırk yaran bir sevgiydi benimkisi!!!

Kısa sürede ülkenin en çok ve iyi işleyen genelevi haline geldi kalbim: tam istediğim gibi..
Aşkımın tapınağı kendini yerden yere vuran benlerle dolup taştı;
gözlerinin feri yaşanılan tatminlerden sönmeye yüz tutmuş müritler....benler....
şıhına şeyhine kurban....
Galiba hiçbir zaman yetmeyen birşeyler oldu bana:
sana yetmeyenlerimin aksine; çıldırmışçasına soyut!
Haketmemişçesine lakayıt!
Söylemesi zor:.....
sevgin kadar az....
“Canındaki benler!”

(devam edecek...:)




Ev yapımı Zindandan kaçış çalışmaları....

1.
Yalnızlığıma ölüm hatıraları işledim.
Zihnimdeki komünist yolcuları kendi sinapslarımla fişledim.
Ne neronum titredi nede korteksim bunu yaparken.
Bir hiç uğruna ölmüş heplerden kabus kapanları yapıp astım kapıma.
İçime giremeyen korkularla ördüm pencerelerini yaşam evimin.
Gerçekler sızdı parmaklıkların arasından..
canımı almak için...
Bense hala ve sadece;
Yalnızlığıma ölüm hatıraları işlemekteydim.
2.
Rüya kapanlarıma kabuslarım yerine umutlarım takıldı.
Gerçek ve yalan birbirine karıldı.
Öcü alınmalı ve alınacak dedi:
Sahteliği tanrıdan bile şüpheli efendi!
Umarsız güruh teslimiyet sesleri ile gürledi.
Oysa en fazla bir şerefsiz değerinde bu geleneksel gösteri.
Devam etmemeli...DEVAM etmemeli!!!
Perde ite kaka kapanırken selama tek bir palyaço bile gelemedi.
3.
Paramparça vücutlar ve dahi ruhlar.
Sahneyi yıkmış efendi; heybetli ve kaddar.
Kalan son enerjimle korumaya çalıştığım evimden;
Bu katliamı zorla izlemek mi?
Teba'ya katılıp giderek işkenceye son vermek mi?
Ya da efendinin kahyaları gibi;
Güzel bir “canilik” oyunu sergilemek mi?
.....................
4.
Terimden geleni ardıma koymadım ama
Önleyemedim, söyleyemedim yüzülen teni
Ve gördüm ki içimde kalan yeri
Hücrelerimize işlenmiş hakikatin temeli
Yemeli, içmeli, sevişmeli tutarsızca..
Asırlarca geriden gelen zekalıları önemsememeli!
Erimeli, ermeli, sevilmeli, sevmeli...

Hemideee emmeli gömmeli!!!!
:p

Rapaytzma


sept/2014



KARTVİZİT

Bir sabah mesanem beni zorla uyandırdı. Dün akşam yine çok içtin dimi yine; seni baş belası. Diye söyleniyordu bir yandanda. Bense yarım ağızla:
-Len ne şom ağızlısın, bak hiç aklımda yoktu. Nereden çıkardın şimdi içkiyi. Bu gece devireyim bari bi ufak. Sadece, yatarken çok susamıştım bir bardak su içip yattım be gülüm. Seni sıkıştıran o olsa gerek…diye kendimi savunuyordum serseriye.
Mesanem- Oğlum senden adam olmaz. Gerçi bunu bir tek ben değil bütün organların söylüyor ama: Sen-den- a-dam-ol-maaaazz! Bilmiyor musun gece yatmadan önce bir şey içilmiyiciğini? Biliyorsun köpek gibi.
Beynim- Sabah sabah üstüne gitme adamın yine başlayacak: “29 olduk bi bok yok, kimler ne seviyelere geldi şu halimize bak, ama ne yapayım ben mühendis olamıyorum; ben sanatçı ruhlu hatta bedenli bir adamım; sanatın her dalı beni çekiyor; yoksa çoktan iyi bir mühendis konumuna oturtmuştum kendimi; ulan vasat değilim diye yıllarca kendimi kandırdım ki bu işe olan antipatim vasat bir mühendis olmamı bile engellemiş haberim yok, keşke devlete girseydim be zamanında dır dır dır mır mır dır…diye beni zorlayacak bende mecburen dalakla, karaciğere dönüp: domalın ibneler şey yani uyanın arkadaşlar sanırım stres hormonu üretmeniz gerekiyor diyeceğim..
Midem- Ve olan bana olacak değil mi?
Bağırsaklarım- He valla! Ucuda bana dokunacak.
Kalbim- Çocuklar hepinize günaydın!
Diğerleri-Günaydın hoca!
Penisim- Ne var ne yok? Çalıştırayım mı seni sabah sabah ha?:) Ne dersin biraz egzersize sabah sertliği ayağına.
Kalbim- Yok yok dur şimdi, kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Har yanım sancıyor.
Ben- Hadi len! Sizde kapatın çenenizide biraz daha kestireyim. Gece kim bilir kaçta uyudum.
Dötüm- eh be bilader; nedir bu senden çektiğimiz. Mesane ayrı çeker ben ayrı. Boku gazı tutucam diye canım çıktı iki saattir. Ohh beyimiz rahat hiçbir şeyden habersiz fosur fosur uyuyor. Beyin desen yok uyandırayım mı, biraz daha uyusa mı; gece geç yattı…falandı filandı. Yetti be bırakacam şimdi yatağın ortasına göreceksin ebenin çarşafını.
Beynim-Hüüop ayıp oluyor ama.
Mesane- Ne ayıp olacak lan! Adam haklı siz uğraşmıyorsunuz tabi bokla püsürle. Gelde bi gün tut bakalım ne kadar tutabiliyorsun.
Kalbim- Çocuklar lütfen. Bari siz yapmayın. Beyincim sende “Zıtçık mıçtık diye düşünmeyi bırakta biraz olumlu şeyler düşünmeye çalış hayatım. Bak cidden iyi değilim.
Beynim- Ne yapayım elimde değil. Hakan’a söyle sen bunları. Adam resmen ölmek istiyor. Organlarına hükmedebilse çoktan leş sineği yavrularına mama olmuştuk. Neyse ki çük bile kendi başına buyruk.
Penisim-Çüş sen kime çük diyon lan: yavşak!
Beyin- Buyrun buradan yakın. Aslında haklısın. Yakmayın yakmayın durun: bir çükten ne bekleyebilirisiniz ki.hıh
Penis- Ulan 50 santim daha uzun olacaktımki. Ağızdan girip senin ananı avradını.
Ağız- Sen nereye giriyon lan. Doğru düzgün konuşsana kızım.
Burun-Ay ne olacak canım bırak giriversin. Ay çok lazımsa bana gir hayatım.
Kulak- Allah’ın topu!
Burun-Duydum seni. Beni daha çok karıştırıyorlar diye bozuluyorsun di mi? Sana iki günde bir giriyorlar o da banyoda içini temizlemek için. Oysa bu sanatçı eller her dakika yeni sanat eserleri üretip masanın altına ve muhtelif yerlere yapıştırıyorlar benim içimden aldıkları ham maddeleri kullanarak. Aynı bir heykeltıraş edasıyla.
Kulak- Aman ne güzel. Ben senin gibi yumuşak mıyım her gün yüz kere içime girip çıkmalarını isteyim. Yarabim bunun ne işi var aramızda anlamadım ki.
Kalbim-Çocuklar sanırım bayılacağım.
Ben- Tamam tamam! Hepiniz kapayın çenenizi. Aklımda birkaç cümle bir şeyler var onları yazayım gidip hemen zıçacağım sonrada yemek yiyip mastürbasyon yaparım hepinizin gönlü olur. Tamam mı?
Penisim- Önce mastürbasyon yap!
Dötüm- Bok!
Mesanem-Çiş!
Midem-Yemek!
Burun-Hayır Heykel yap önce!
Kalbim- Topunuzun mına koyyim. Geberiyoz burada itlerin uğraştığı şeye bak.
Ben- Yav bi susun be. Nedir bu sizden çektiğim bir günde hep beraber hareket edelim. Her kafadan bi ses çıkıyor. Bitirdiniz lan beni. Ama suç bende demokratiklikmiş. Laiklikmiş. Bilmem neymiş sizin neyinize. Ah ben ne salak adammışım. Bundan sonra gösteririm ben size. Ben ne dersem o olacak. Zaten bıkmışım yaşamaktan. Zıçmıyomda, yemiyomda, Heykelde yapmıyom! Var mı bir diyeceğiniz. Ha yunusuda gıdıklamıyom. Hadi bakalım.
Diyordum ki aniden masamda hiç tanımadığım bir kartvizit gördüm parıl parıl parıldayan. Yazılı tarafına masam bakıyordu. Elimi uzatırken korkuyla haykırdı:
Masam- Dur sakın bakma karta!
Ben- Nedenmiş canım; zaten bir sen eksiktin; sende karış hayatıma tam olsun!
Masam- Hakan dur bakma hemen uzaklaş buradan: göç et: iltica et bir yerlere kaç kurtar kendini!
Ben-Zavallı şey. Sende delirdin değil mi? İki senedir beni izleye izleye? Neyse sakin ol şimdi muhtemelen Hilton’da tanıştığım animatör çocuğun kartıdır: iyi de oldu. Şunu arayıp bir konuşayım güzelce.
Masam- Hayır duuuuuur!












AYNI GÜNÜN AKŞAMI:

Kankam- Ne diyorsunuz teyzecim siz! O daha çok gençti: nasıl kalp krizi geçirebilir!.......

bİTTi.








ARTIK BİLİYORUM

Artık biliyorum; yaşadığım saf (çoğu hayata göre, hepsine değil) ve sevgi dolu hayattan birden çıkıp onun tam tersi kirli ve nefret dolu hayata balıklama atlamak beni çok fazla etkiledi. Etkilemesi gerekenden fazla! Nasıl olduğunu anlamdan onlara benzemeye başladım. Ama; ne kadar davranışlarım, kimi zaman düşüncelerim, hayatım onlar gibi olsada özümü gerçekten beni bir türlü kendileri gibi yapamıyorlardı. Olmuyordu işte! Ve sonunda gerçek benle onların yarattığı ben birbirine girmeye, karışmaya başladı. Bazen bu iki kişilik beynimde öyle çatışıyorlardı ki sonunda düşünmeyi tamamen bırakıp hayvan gibi yaşamam gerekiyordu bir süre. Çünkü bir süre sonra yani düşünürken her şey boşluk oluyordu: sonuç yok, izlenen çözüm yolu kafamın içinde yazıp çizdiklerim ve sorunun kendisi yok; sorunun var olduğu ve bıraktığı o pis, iğrenç acı verici sıkıntı kalıyor geriye; boşluk! Artık bildiğim mi ne? Serhat’la benim yada en azından benim sorunumun yukarıda açıkladığım olay olduğu. Ne demektir sevgi? Saflık, temizlik, samimiyet, içimizdeki gerçek kişiyi; kendimize dışarıdan baktığımız gözlerimize gösterdiğimiz kadar diğer insanlara da göstermek, her an doğal davranmak, özümüzü başkalarını etkilemek için değiştirmemek; bilmiyoruz ki; (Ne yazık ki bu yaşadığımız çağdaki insan hayatının bir sonucudur!) kendimiz olmak bizi algılayabilen bütün çevremizi etkileyecek. Serhat’la sadece özümüzdeki gibi davranamadığımıza yani çevremizin yarattığı kişiliklerimizin ağır bastığına karar vermiştik. (benim yeni açıkladığım şekliyle.) bir türlü sevgisizlik ve kirliliğin bizi bu hale getirdiğini bulamıyorduk. O düşün diyordu; kendimizi tanımadığımızı ve hatta toplumun bunu yapmadığını, çünkü bunun farkında bile olmadıklarını ve bu yüzden onlarla çatıştığımızı, onların bir parçası haline gelmeye başladığımızı ve onları değiştiremediğimiz için (aslında yardım edemediğimiz için) bu şekilde acı çektiğimizi savunuyordu sanırım. Ama ben hep böyle değildim. İyice düşündüm ve araştırdım.(kendi beynimde ve beynimi; bütün yaşamım orada) Sonuç; eskiden, kimi zaman arkadaşlarımdan ve kimi zaman da ailemden; ama her zaman sevgi ihtiyacımı az da olsa karşıladığım saflıksa o zaten vardı. Ailem de 6-7 yıllık candan arkadaşlarım da ve 3-4 yıllık candan arkadaşlarımda. Ailemde bazende arkadaşlarımda saflığın ve sevginin tek bir göstergesi dahi yoktu, lakin ben onu özümle onların taa içlerinde görebiliyordum. Tek sorun çok az kere olan ve yetersiz karşı cinsin saflığı ve sevgisiydi. Buraya gelip aile ve arkadaşlığın saflığı ve sevgisinden mahrum kalınca yetersiz ölçütünün birkaç derece üzerinde olan sevgilinin saflık ve sevgisine maruz kaldım. Daha başka sorunlarla; özümü değiştirmeyecek ve benimle kavga ederek delirtecek ikinci bir kişilik ortaya çıkarmayacak sorunlar. Ve bu dönem yani üniversitedeki birinci senemin ikinci döneminin sonunda başlayan nasaflık ve sevgisizlik süreci yaz hariç bu dönemin başından beri devam ediyor. Ama ilk senenin 1. dönemindeki ilişki içindeyken bile ondan gelen saflık ve sevginin sanırım biraz samimiyetsiz oluşundan dolayı mı bilemiyorum; yavaş yavaş bu durumuma doğru ilerlemeye başladığım bir gerçek sanıyorum. Her neyse işte şu anda tamamen saflık ve sevgiden yoksunum.! Dolayısıyla derslerim ve diğer yapmam gereken şeylerde (İngilizce, bilgisayar, kültür, vücut vs.) kötü gidiyor. Yapmam gereken özümde bulunan saflık ve sevgiyi kullanarak bir yerlerden bunlara karşılık almak; atıyorum bu büyük ihtimalle bir arkadaştan olacak. Çünkü ne yazık ki abazalıktan kızlara olan samimiyetimi içimde bir yerlerde kaybettim. Haydi hayırlısı! Ve sonunda normal halime dönmek tabii ki. Birde müziksizlik var. Ruhum aç susuz güçsüz düştü ve sonradan çıkan beceriksiz, kirli ve aslında sevgisiz yanıma yenik düştü. Ama yakında müziğe kavuşacağım ve ona (yani saflık ve sevgiye) ve gerçek bana. Yehhhuuuu! İşte bu benim, bu yazıyı yazmak için geldim içimin derinliklerinden. Ha haha…. Ne yazık ki Serhat’ta beni anlamıyor tam olarak. Sadece bir yere kadar beraberiz ve sonra ayrılıyoruz. Yani şöyle;
(Onun anlatım tarzıyla ki bu büyük bi delilik :)

----------------I-------------------
                        I---------------------
Bu kısmı bilmiyorum, belki de böyledir.
---------------I-----------------
---------------I
Ya da beklide böyle;
---------------I-----------------I---------------
---------------I                          I-----------------

Kim bilir?
Ne yazık ki şimdilik gerçek benin büyük bir kısmı ama bu yazıdan öncekinden çoğu değil geri gitmek zorunda! Hey hep böyle yazıp dursam sonunda hepsi dışarı çıkar ve ikinci kişiliğimi içeri hapseder ve beklide yok eder. Kim bilir? Tabii ki O!
BELKİ DE BEN BİR DELİYİM!

Hİ HİH İHİHİHHİİİİ?!

THE END


1995, haziran

ANNE-BABA-OĞUL


Beynimde meydana gelen impulsların üzerimde bıraktığı etkinin yanında 600-700 hata 1.330 milyonun ne gibi bir önemi olabilirki. Anneli ve babalı büyüme duygusunu var oldukları halde tadamadım. Ve bu sıra dışı durumun verdiği acıyı sanki bir uzvummuş gibi kabullenmek zorunda kaldım. Onlar ve ben yaşlandıkça acı artıyor ve yayılıyor. Onları defalarca öldürüp defalarca cezalandırdım…ve bunu yapmaya devam etmekte acı çektiriyor. Ama sürdürüyorum. Her seferinde onlara bir şans daha veriyorum. Benim duygusallığımda bir insanın duygusallık derecesini anlayamamış olmak zaten beni bitiriyor ki bu anlayışsızlığın sonucu olan aptalca davranışlar beni üzmüş; hiçbir önemi yok! Bazen babam soluklanmak için bir ağaca dayanıyor. Hayır hayır vazgeçtim, ağaca değil olayın vahimliğini anlatmaya yetmez bu; ağaçtan yapılmış bir korkuluğa yaslanıyor. Evet evet topraktan sökülüp alınmış, köklerinden, kabuğundan, dallarından, yapraklarından ayrılmış, sonra işlenmiş bir güzel, sonra boyanmış, tam ölmemiş yaşamla ölüm arasında sabitlenmiş bir doğa parçasına yaslıyor elini, kolunu, gövdesini. Gereksiz yere daha da fazla oksijen sarf eden bu yaratığa ve yanındaki o zavallı haline rağmen daha sıcak duran kalasa uzun uzun bakıyorum ve içten içe ağlamak alıyor başını gidiyor.O mobilyaya baba, o babaya mobilya demek istiyorum; hatta bazen gayri ihtiyari diyorumda. Ya annem o nasıl öğretmen, o nasıl nacahil; adeta bilgisizlik, etkisizlik, saflık abidesi. Dünyadan haberi yok. Belki onu bir mahalle kocakarısı olarak kabullenmeliyim. Bak öyle algılarsam olur. Şimdiyse 1 haftadır bu tugayda çektiğim acılar, yaşadığım stresler yetmiyormuş gibi bir de onlar çıktı başıma. Baş başayken bile beni ve kardeşimi uzaktan sevmişler, sevgi nedir, incelik nedir öğrenipte öğretmeye çalışmamışlar şimdi bizden sıcak ve sımsıkı bir kucaklama bekliyorlar; hayvan terli anam babam başka kapıya! Demek de dememekte beni anne ibne olmaya itiyor. Daha öte ne yapayım bilemiyorum. Ah belki aşk olsaydı. Hatta platonik bile olabilir; ah bir aşk olsaydı. Her şeyi gene bilinç altıma gömer; baba sevgili hayata dönerdim yine. Şimdiyse ben her zaman olduğu gibi sadece mutluluk ve huzuru yaşamadan dağıtmak için varım. Almak isteyen beri gelsin.

.M.IK HASTALIĞI ÜZERİNE BİR YAZI
Her şeyden önce herkesin çok iyi bildiğini sandığı bu hastalığı tanımlamakta yarar var. Bu hastalığın varlığı; insanda görülüp görülmeyeceği erkeğin spermi kadının yumurtasını döllerken belli oluyor.Tamamen genetik yapımızla ilgili bir durum bu. Eğer yumurtayı dölleyen spermcik “x” adıyla çağırdığımız sperm hücrelerinden biriyse. Birey zigotluğundan itibaren bu hastalıklı yapıyla gelişmeye başlıyor ve gelişimini bu yolda sürdürüyor. Kişi doğduğunda hastalığın ilk fiziksel belirtisi hemen kendisini gösteriyor. Zaten hastalığa ismini verende bu ölene dek taşıyacağı belirti oluyor. Hastanın apış arasında olması gereken üçlünün yerimde yeller estiği gibi, yetmiyor sanki bu yapı içeri doğru kaçmış gibi bir oyuk yapı ebeveynleri yasa boğuyor. Zaman zaman ruhsal açıdan rahatsız olan bazı ebeveynlerin bu duruma sevindiği görülebiliyor. İşte biz halk olarak; tıp dilinde vajina ve arkadaşları (uterus, klitoris, yumurtalıklar…vs.) diye anılan bu oluşuma hepsine birden “.m” yada “.m.ık” deyip geçiyoruz. Bu hastalar aynı anda bir çok işe yarayacak özellikler taşıyorlar aslında. Fakat ruh ve beden ikilemlerinde mantıktan çok duyguların sözü geçtiği için, ayrıca bu hastalığa ait pek çok özellikten ötürü topluma tek başlarına uyum sağlayamıyorlar; mutlaka normal bir insanla “evlilik” adını verdiğimiz anlaşmayı imzalayarak mutualist bir yaşam biçimine girmeleri gerekiyor. Tabii bu bence en eski ve ilkel çözüm. Hastalığın geçmesine hiçbir olumlu etkisi olmadığı gibi normal bireyede ruhsal yönüyle bir miktar bulaşıyor. Bu hastalığa ait azı kötü özellikleri sergilemesine neden oluyor.
Hastalığı tanıtmaya belli başlı fiziksel belirtilerle devam edebilirim sanırım. Bebeklik ve çocukluk döneminde bu çocuklara büyük bir hata olarak kabul edebileceğimiz farklı muamele yapılıyor. Bu hastalık ve dolayısıyla davranış şekli insanlık tarihi kadar eski olduğu için; ne yazık ki bu farklı muameleyi engelleme şansımız en azından önümüzdeki birkaç yüzyıl içinde hiç yok gibi bir şey. Resmen normal insanlardan farklı oldukları hissettiriliyor onlara. (Eskiden Arabistan’da hasta doğanları diri diri toprağa gömerlermiş.) O şekilde büyüyorlar. Yapacakları herhangi bir iş muhtemelen başarısızlıkla sonuçlanıp birkaç kişinin canını yakacağı için “sen kızsın; bebeklerinle oyna, evde otur, dikiş dik, etrafı temizle ve pembe dizileri seyret!” şeklinde baskılarla ciddi işlere burunları sokulmamaya çalışılıyor. Ama tabii ki başarı sağlanamıyor. Ve bu hastalık tıp literatürüne ve anayasaya “bir hastalık” olarak resmen girmediği sürece de hiçbir zaman başarı sağlanamayacak. Halbuki bir zamanlar ne güzelmiş.Taaa ki onlara bazı haklar tanınana kadar. Her neyse. Bu hastalara etek, sutyen, külotlu çorap gibi insanı yumuşak olacak tarzda olmaya itecek giysiler giydiriliyor.Ayrıca genelde saçları uzun bırakılarak hemen fark edilmeleri ve bu sayede onlara temkinli yaklaşılması sağlanıyor. Bazen bu hastalardan bazıları saçlarını keserek biraz olsun geç fark ettirmek istiyorlar hasta olduklarını ama nafile. Bunun makyajı var, ojesi var..vs…hemen anlaşılıyor tabii hasta oldukları. Dünya devletlerince hastalık resmen kabul edilmemesine rağmen yinede onlara pembe nüfus cüzdanı ve bu hastalara özgü isimler verilerek kağıt üzerindede rahat tespit edilmeleri sağlanıyor.
Not:Bulaşıcı değildir...;)




BENİ ISIRANLAR VE YÖNETENLER


Tam şimdi aklıma müthiş bir teori geldi. Tamda Stephen KİNG amcamı kıskandıracak cinsten, ha bu arada o hala yaşıyor mu? Hani şu kara sinekler var ya; ister mikroskopla bak ister ancak görebileceğin bir uzaklıktan bak her zaman çok fazla ve aynı iğrençlikte olan yaratıklar. İşte bu şahsiyetler geceleri birden bire sivri sineklere dönüşüyorlar, hani şu her zaman çok fazla gıcık, sinir bozucu ve iğrenç delici iğneleri olan kan emicilere. Evet bu aniden oluyor. Havada “bızz” diye uçarken “flop!” ediyorlar ve “vizznn” diye uçmaya başlıyorlar. Kurbağanınki gibi uzayıp kısalan dilleri birer kılcal boruya dönüşüyor. Bu biz insanlardaki vampirlik makamına karşılık geliyor sanıyorum; yada milletvekilliği, tam hatırlayamıyorum. Milletin; insanların, insanlığın kanını emen hangi elit topluluktu Öldürmek her daim tek ve en kesin çaredir. Fekat bu girişimi başlatmak adeta bir tür işkencedir. İster ilkel yöntemlerle; temposuz alkış yöntemi, ister azda olsa gelişmiş yöntemlerle; reyd sinek spreyi ile sinekleriniz daha ölü daha uslu! Biraz daha teknolojik olanı şeltox tabletler, sivrisinek kovalayıcı; küstürüp kaçırtıcı ve son teknik olarakta sivriyi tenden uzak tutucu krem; sür yat postu hiç deldirmeden kalk! Bu canlılarla uğraşmak döt ister. Oturtulmuş bir sistemi verimli sürdürebilmek anlık karşı koyuşlarla aynı kapıya çıkıyor her defasında: başarısızlık! Onlar adeta dünyanın tek efendileri yaratılmışa canlılar için ezeli ve ebedi. Bir türlü nesilleri sona ermiyor. Aksine değişen her türlü ortama daha da gelişmiş bir hal alarak karşı koyuyorlar. T.ş..k geçiyorlar adeta. Her ne kadar hayranmış gibi konuşsamda onlara olan mevcut nefretim neredeyse en büyük nefretimle aynı değeri işaret ediyor. Ve inanıyorumki yaptıklarının cezasını ölümden çok daha pahalıya ödeyecekler. Zaten bende sırf bu sebepten-tamam içinde biraz tembellik yeteneğimde var- ya en ilkel yöntemi kullanıyorum yada savaşa güç toplamak için memleketim olan dünyanın herhangi bir yerinde geliştirici ve etkileyici eserler veriyorum. Ne diyem ki komple bir sanat icracısı olduğumu söylemiştim. Aslına bakarsan artık tamamen ev sahibi gibi davranmamın zamanı geldi de geçiyor bile. Anadolu benim, Japonya benim, Asya benim, Avrasya dahi benim.. daha ne deyim? Tek odada çakılıp kalmışım… Toplumun bana yakıştırdığı işkence biter bitmez evi şöyle bir dolaşacağım. Ahaliyi sarıp sarmalarken, her yanını zevkime göre kuşatacağım(giydirip kuşatmak) “Güle güle oturma” konumuna alındığımda acep kaç seneyi yere çalmış halde olacağım. Ha unutmadan sorayım kaçımız yavru bir köpeği bin bir güçlükle bir o kadarda şirinlikle merdiven çıkarken arkadan seyretti; mutlu oldu, iyi oldu? Sizi sinekler sizi sivrisinekler sizi…

Bir çıkar yol yok mu bu zindandan?
Müebbet yiyecek ne yaptım?
Doğuştan çaresiz!
Umutsuz, sevgisiz, her zaman yapayalnız olduğumu bildim aslında içten içe..
Korku!
Para!
Lanet!
İnsan!
Ölüm
Şarkıyla şiirle karın doymuyor değil mi?
Belki karın doyarda;
Alış-veriş, gezme-tozmaya yetmiyor be; di mi?
Sevdiğinle(göya) alış-veriş merkezlerinde ve barlarda gününü gün etmedikten sonra sevmeye ne gerek var!!=mantık aşkı(dedikleri bu olsa gerek)


ALDATMA VE İNFAZ
 İkili oynanacak.!

“Giderken benide alacak mısın yanıya? Ver dudaklarını; titremeyecek mi ellerin gibi onlarda? Sanki gerçek nedeni, zorunluluğu söylemeye çalışıyormuş gibi davranmayacak mısın? Aç kollarını ki kalbinlede bu eylemi gerçekleştirdiğini iddia ettiğin gibi Sana yalancı demeye kıyamadığım gibi; Para karşılığı kendini zengin erkeklere satan kadın da diyemiyorum. Ya hayallerimiz, ya sözlerimiz, ya beynimdeki çocuk Hep: bu böyle nereye kadar sürecek demez miydik ikimizde; Birbirimizi haksız bularak, hemen ardından özürler dileyip sevişerek….. Offf of Artık sana hep yapılan latifeler alacak yine benim hakaretlerimin yerini. Fakat eminim aynı tadı yine alamayacaksın bundan öncekiler gibi! Çünkü şu an, yanımdan ayrıldığın an, Seninle ilk öpüştüğümüz, deniz kıyısındaki bankın hemen dibinde bir mezar satın almış olacaksın kendine” diye geçiriyordum aklımdan.
 Kız-Hakan neden daldın yine? Biliyorum çok üzgünsün. Fakat tatlım bu kezde en başında sen demiştin ayrılalım diye.
Ben-Ama Melda. Ben bu sefer başka birini bulup ayrılmayı kabul edeceğini nereden bilebilirdimki. K-Demek dün geceki Meldaydı.
B-Şey ben Melda mı dedim? Sana öyle gelmiştir hayatım. Aslında Selda diyecektim yada dilim sürçtü. Dün gece biraz geç uyudumda . seni düşünmekten hep..
 K- Hakan kes artık. Konuştukça batıyorsun. Sana ufacık bir şans bile vermemeliydim.
B-Güzelim. Bak beni dinle: benim kadınlara olan düşkünlüğümü biliyorsun. Bu erkekliğin doğasında var: özelliklede bende çok fazla. Hem ötekilerin benim için hiçbir önemi yok. Şimdiki gençlerin dediği gibi beş dakikalık ilişkiler onlar. Fast love! fast love!
 K- Meğer ben, ben ne salakmışım, ne safmışım…Çok önceki birkaç kaçamağını içinde bulunduğun stresli ortam yüzünden kazayla yaptığını sanmıştım. Ben yanında olmadığım için. Fakat şimdi….Sen bir pisliksin!
Ben- Hayatım lütfen biraz sakinleş. Hem sende beni baba parası yiyen piçle aldatmadın mı?
K- Hayır aldatmadım. Bana belini bile sürmedi. Şey yani elini bile sürmedi. Sadece kıskandırıp uslandırmaya, birazcıkta intikam almaya çalışıyordum senden.
B- Selda üzgünüm. Ben bilmiyordum. Siz hep sarmaş dolaştınız. İnan az daha ikinizide vuracaktım. Seni inanmayacağın kadar çok seviyorum. Ne olur beni affet yeniden birleşelim. Söz bir daha asla kaçamak yok. Akıllandım artık. Bu son olaydı.
 K- Evet bir tanem bir daha asla kaçamak yapamayacaksın. Sana her şeyimi verdim. Kızlığımda buna dahil. Kölen olmaya bile hazırdım. Fakat sen benide diğerleri gibi sandın değil mi? Çok yanıldın Hakancım!
 Deyip gözlerime baktı nefretle sevecenlik arasında gidip gelen bakışlarla. Yavaş yavaş elini bacak arama götürüp beni tahrik etmeye başladı. Gözlerimi 2-3 saniye kapayıp açtım: ve odanın loş ışığında diğer elinde parlayan metal bir şey gördüğümde her şey için çok geçti…
H. ö.


DİKKATLİ OKU AMA İŞE YARAMAZ

Bi tanem! Kendimi işime ve hobilerime verdim. Öyleki aşk benzeri duyguların yakınından bile geçmiyorum. Aklıma o tip şeyler getirmiyorum. Zorlada olsa kendimi duygusuz olabileceğim yerlere, durumlara sürüklüyorum. Şu an bir yerde geçici olarak mühendislik yapıyorum ama patronum henüz geçici olduğumu bilmiyor. Ama çok yakında öğrenecek. Seni çok ihmal ettim. Kusura bakma. Ama bu bir neyse boşver. Bunların dışında hala bunalımdan bunalıma seyir halindeyim. Asla yeterince mutlu olamama yeteneğim en baba günlerini yaşıyor. Acaba doyumsuz muyum? Birden ortaya çıkıp yine birden kayıplara karışan düşünce kaoslarım beynimi harap ederken beni durmadan, utanmadan biraz daha dibe “biraz daha dibe” batır diye haykırıyorum. Oysaki ortada kimse yok. Batıranda benim çıkaranda. Her şey benim elimde. “Huzurun dibine vurup mutluluğu yanına meze edeceğim ama..” Biri tutup giriyor hayatıma; derin derin uykudan sarsa sarsa uyandırıyor sanki beni seviştiğim kuytudan çekip çıkarıyor kızcağızsa orada kalakalıyor. “Yürü eve gidiyoruz seni haylaz yaratık!” diye azarlayarak önüne katıp çalıyor beni ekinlerin arasına. Üstüm başım yara bere ne yapayım yakalanmışım bir kere. Debelenmek daha da kanatırken her bir yaramı, iyileşme hızını düşünüyorum her birinin günlerce sızlayacak her yanım; Ne olacak: Allah’ın belası mendebur karı.! Sonra suyun dibi daha hoş geliyor bana. Daha sakin daha güvenli.daha ölü! “Daha ölü olamazdım herhalde” diye serzenişte bulunuyorum alelade sevişirken kovukta çırılçıplak bırakıp gittiğim kıza. Donarak ölmüş zavallı. Sevişmemizin sonu ahrete kalmış. Bizden ati milyonlar durup dinlenmeden bizim hikayemizi yazmış. En sonunda “İkiside ölünce cennete gitmişler ve orada birbirlerini defalarca başkalarıyla aldatmışlar; çünkü orada zina serbestmiiiiiş” diye bitirmişler her seferinde hikayeyi. Bense herhalde hiç bu kadar temelsiz bir hayali yazı yazmamıştım şimdiye dek. Affet beni. Yordum o beni bilmez beynini.Hem artık kurtarıcı hayal etmektende vazgeçtim kendime en son modelinden. Öyle yalnızım ki tüm topluma mal olmuş en ünlü, en sanatçı kesiminden. Çünkü artık iyice bi anladım: kazıdım ruhuma kaçınılmaz sonumu: Anladım ki kimse kurtaramaz beni benden!
H.ö.

Derya...

AŞK BİR DERYA; DENİZ YEMEYEN DOMUZ

hey yabancı! bana da hep "hey yabancı" diye hitap ediyorlar. Gel hepimiz birleşip onlara "hey yabancı" diye hitap edelim. Doğru ve gerçek olan bizleriz.

Krallar çirkin olmaz.

Ahhhaaaa.bak ne geldi aklıma. Bundan 1-1.5 ay önce sana bir şeyler daha karalamıştım açık parfümün yanında. Eninde sonunda vereceğim okuyacaksın. Seni şımartıp burnunu havalara kaldırmak istiyor bugün canım ve kendime engel olamıyorum işin en güzel yanı bütün bunların karşılığında senden hiç bir şey talep etmiyor olmam.tamam tamam bana biraz körfez suyu getir bağrıma serpeyim. Göndereyim mi yazıyı mailline ha? evetse tek çaldır! Edepsiz !;)

Edepsiz, sana olmayan, ama doğmak için yırtınıp duran aşkım. Bense ıkınıp ıkınmama arasında gidip gelen subjektif bir *pergnant'ım. Ne olursun; çok istiyorsan sana yalvarırım lakin iyi bilki ben bu konuda pek bir tatsızım; kolay kolay beceriklice ne yalvarır ne yalvartır huzura adanmış varlığım.
*hamile

Bir yandanda bakarsın kurulmuş bir oyuncağım avuçlarında ne kuran belli ne avcuna bırakıp giden biliniyor beni. Koşturur dururum bir acının kucağından diğer bir sıkıntının kucağına; yayım boşalana kadar mekanizmamdaki.

Bir taneside insan evladı çıkmazki sahiplerimden yavaşça eline alıp sıkıca bağrına bassın, onlu onsuz tüm dertlerim, sıkıntılarım yerin dibine batsın. Geriye bir tek gecenin karanlığında birbirine karışan iki nefes kalsın. Oynaşan eller ve ayaklar, mutluluktan yaşaran gözler, kulaklarla birleşen ağızlar hepsi bu geriye kalan tek' in içinde. Tek=Biz

Hayatımızda;
Yok; huzur, mutluluk, beraberlik, iyilik, güzellik, radikallik, kalite, anlayış, incelik,
Var; stres, kabalık, yalnızlık, kötülük, pislik, bayağılık,
Ver; elini, gözünü, gülümsemeni, kalbini, ruhunu, sevgini ,aşkını,
Al; varımı yoğumu,
Var'ı yok yok'u var edelim
Debelene debelene ruh ruha cennete varıp gidelim.

Hayır mı?

Evet kesinlikle kocaman bir hayır ikimizin birlikteliği; oyunumuzun ismi; tüm bizi görenlerin, bilenlerin kötülerine ceza iyilerine umut saçmaca. Hiç çabalamadan çaktırmadan birbirinden mutlu iki insan yaratmaca. Sımsıcak yuvamızda köşe kapmaca oynamak istiyor canım.:)

Ve beni kapkaranlık bir mutluluğun içine gömen rüyamdan kapkaranlık odamın içine haykırarak uyandım:

-DERYAAAAAAA!


Ölüme özlem duyuyorum; DOMUZLUK YOLUNDA

Geleceğim dedin; neden gelmedin? Her karşılaşmamızda neden kalbim atak yapıyor? Yoksa;...
Eğer sana aşık oluyorsam ve bu hisler hortumu her hortum gibi kısa süreli, gelip geçici Hatta karşı konulamaz; karşılıksız ise seni sık sık beynime davet edişlerim;
Zoraki ise ya bana bakıp bakıp gülüşlerin
Aynı emrivaki bir mobil telefon çağrısı misali:)?
Sana kaptırmamak için bedenimi:)
Acımasızca frenliyorum duygu ve düşüncelerimi.
Sana ilgisiz davranma çabalarımsa
Sadece bu sıkı frenlerin eseri;
Sık sık aklıma gelip kıs kıs gülerek deli ediyorlar beni.
Bir çırpıda sana aşık olup
İkinci çırpıda seninle hastalıkta ve sağlıkta;
Birimizden birimiz diğerini azraille aldatıncaya kadar
Diz dize göz göze yaşama fikri
Başlarımızı birbirine yaslayıp
Ellerimizi kavuşturarak birbirine
Olmayan bütün kinimizi boca etmek geliyor içimden
Ortak olduklarının farkında olmadığımız ortak dertlerimizin üzerine
Oysa
Bütün bu yazılar amiyane
Yazıların sebebi olan hisler nafile
Bunları düşünüpte yazan ruh ya ne ede?
Bu sabahta dün sabah gibi
Gönül gözüm yolda; hafta sonu;
Belki bir sürpriz yaparda yanıma yanaşıverirsin diye.
Ama nerdeeee!
Tüm erkeklerin aynı olduğundan; kötü olduğundan dert yanan sen;
Tüm diğer kızlarla aynısın belkide.
Seni kandırıp, kullanıp, aldatan birini hala sevebildiğine göre.
İnan bana onun gibi gerçek bir erkek olmama ramak kaldı.
L..., Ö...., Z...., B...., S.... vs......
Ve senin sayende.


5 Ocak 2014 Pazar

Cennet Sohbetleri..



CENNET SOHBETLERI 1

Ben-Efendim..
Sen-Anlamadım.!
b-Boşluk diyorum içimdeki.. Sanki sen dolduracakmışsın gibi hissediyorum.
s-Nasıl yani?
b-Bir gün bir araya geleceğiz. Ve bir an önce bomboş olan; “içimdeki şarkı bitti” diye tekrarlayıp duran ben, bir an sonra dopdolu olacağım. Ve ve .. Bu mucizenin nasıl, nerede , ne zaman gerçekleştiğini bile anlayamayacağım. Tahmin bile edemeyeceğim.
s-Ben mi dolduracağım içini; neyle peki?
b-Tam olarak bilemiyorum; belki sevgiyle. Öyle sıcaksın ki bunun yapay bir hissediş olmasından korkuyorum.
s-Daha açık konuş benimle..ne.. deme..
b-Bana yönlendireceğin cümleleri önceden tahmin edememek öyle hoşuma gidiyor ki. Uzun zamandır senin gibi biriyle karşılaşmamıştım. Bu beni çok heyecanlandırıyor.
s-………….
b-Düşünebiliyor musun? Bak kendi kurgumda dahi hiçbir sözcüğü mevcut yeteneğimle yakıştıramıyorum sana.
s-Teşekkür ederim.
b-Mesela şu “teşekkür” inan onu dahi zar zor yazdım oraya.
s-……………….. ……….. ………..
b-Ve imaların. Ki ben imayı kendim yapmadığım sürece asla sevmem. Seninkilerin yanın da kendiminkileri beğenmez oldum şimdi; kovaladım ibnelerin hepsini evimden.
s-Siktir git!
b-Çok tatlısın! Fizikselinde de en çok gözlerini, bakışlarını seviyorum. Hani içi gülüyor derler ya: işte o sözü geçen gözler bunlar olsa gerek.
s-Sen nasıl bir insansın!?
b-Ama bunu daha önce söylemiştin.
s-Bana laf oyunu yapma.
b-Hayatım: kesinlikle benim bunlara ihtiyacım yok. Sadece huzur: sende hep bunu görmek istiyorum. Ve görüyorum herkesten gördüğümden çok, insanı sanki özgürlüğün içine hapsediyorsun.
s-……….. ….. …….. ……….
b-Gidebileceğimi, hatta kaçabileceğimi, sana maddi manevi zarar verebileceğimi düşünüyor fakat hiçbir yere kımıldayamıyorum ve senin kılına dahi dokunamıyorum. Tüm kurbanların gibi.
s-Mesela?
b-Mesela Celalettin!
s-Ne ettin?
b-Celal!
s-Ha şöyle Celal tabi.
b-Hayır sadece Celal değil onun asıl adı Celalettin!
s-Ya yoksa Cemal miydi? Ya da Celil?
s-Benle dalga geçme lütfen; öyle bir yaratığın ismini unutmuş olamazsın!
b-Hey bunu benim söylemem gerekiyordu! Kes artık!
s-Pekte alıngansın! Gel bir öpücük vereyim de barışalım.
b-Olmaz sen onunsun; Mevlana Celallettin_i Rumi’nin yani. Evet Esra’cım ne yazık ki gerçek bu, o, bir zamanların ermiş’i, benim favori adamım Mevlana’dan başkası değil.
s-…………. .. … ..
b-Hani “şu ne olursan ol gel” diyen eleman. Yani onun reenkarne almış şey pardon olmuş hali. Nerde olsa tanırım. Pirim o benim çünkü. Ah Ah.!
s-Hakan bu kadar fazla saçmalayabileceğin ölsem aklıma gelmezdi.
b-Haklısın! Ve zaten ölüsün! Ve sana açıkladığım halde hala kabul edemiyorsun durumu.
s-Pes yani!
b-Şu an cenneteki sohbet odalarından birinde telepati yoluyla muhabbetteyiz ve sen yine uyuyakaldın değil mi: telepatini otomatik telepatiste bağlayıp zıbardın gene di mi? Acayip duygusuzsun ya Esra!
s-özür dilerim, beni affet!
b-Ben de diyorum neden bu benimle her zaman ki gibi huzur verici, kendine çekici, deli edici bir şekilde konuşmuyor.
s-Hakan gerçekten çok üzgünüm! Gel bir öpücük vereyim de barışalım.
b-Bana bak aptal alet! Şimdi söyleyeceklerimi hafızana iyi kaydet!
s-Peki efendim!
b-Ha şöyle ya kiminle dans ettiğimizi bilelim. Sahibine de mutlaka dinlet şimdi diyeceklerimi!
s-Emredersiniz efendim!
b-İyi ama ben ona kötü söz söyleyemem ki. O istemedikçe bırakıp gidemem ki onu. Her yerini öpüp koklamadıkça, sarıp sarmalamadıkça rahat edemem ki bu dünyada. Ve son olarak şunu da bildirki ona: Onu seviyorum.(Özgürlük hapishanesinin en sıcak, en duygulu, en insan gardiyanını) Onu seviyorum.
s-Ben de seni seviyorum!
b-Efendim..
s-Anlamadım.!
b-Boşluk diyorum içimdeki.. Sanki sen dolduracakmışsın gibi hissediyorum.
s-Nasıl yani?
b-Bir gün bir araya geleceğiz. Ve bir an önce bomboş olan; “içimdeki şarkı bitti” diye tekrarlayıp duran ben, bir an sonra dopdolu olacağım. Ve ve .. Bu mucizenin nasıl, nerede , ne zaman gerçekleştiğini bile anlayamayacağım. Tahmin bile edemeyeceğim.
s-Ben mi dolduracağım içini; peki neyle?
b-Tam olarak bilemiyorum; belki sevgiyle. Öyle……………………………………………
H.Ö.



CENNET SOHBETLERİ 2

Ben-
Doğru kelimeler senin her tarafını sarmış…
Bilerek senden uzak tutuyorum kendimi.
Çünkü doğru kelimelerin çiviliyor senin dizinin dibine, en az ruhum kadar asi olabilen bedenimi. Hissettiğim kadar çekici misin acaba; yoksa hissedemediğim kadar zeki mi?
Nasıl; nasıl oluyor da almış başımı yitikliğime doğru giderken bir telefonla yörüngene oturtuveriyorsun beni.
“Ebedi değil; ebedi olamaz; hatta uzun süreli bile olamaz” diyorum kendi kendime mahkumluğum yörüngendeki.
Uyurken seni seyrettiğim gece miydi ki mahkumiyetimin başlangıç tarihi
Ya da çok çok önceleri her daim gülen yüzüne mi, en içten bakan gözüne mi yoksa sanki benim beynimin mahsulüymüş gibi kulağıma gelen sözüne mi teslim etmiştim değersiz benliğimi. Sanırım Yaşama “Senin kolunu kıvırıp başını arabanın kaportasına yapıştıracağım” der gibi bakman sağladı;
Sana kötü söz yazamadığım ellerime kelepçeyi, senden uzaklaşmak için kullanamadığım ayaklarıma prangayı, çevirip başkasına bakamadığım boynuma zinciri kolaycacık geçirivermeni. Bir insan infaz memurunun hayranı olabilir mi?
Bir insan hayranı olduğu birinin infaz memuru olmasını isteyebilir mi?
Haydi çek tetiği ve öldür artık beni!
Sen-
Hakancım; canım: Ben istemedimki bir uydum olmanı; etrafımda rutin bir yörüngede dolanıp durmanı. Hapishanemin en ince, en nazik, en insan suçlusu olmanı. Sevginle bana sülük gibi yapışmanı.
Duygularımı zorla emmeni. Sen daha önce hiç görülmemiş bir psikopatlıkla bağladın önce beni; sonra hemen yanı başıma çiviledin kendini.
Sen kan kaybından ölmeden telefonla polisi arayabilmem ise tamamen şans eseri.
“Ebedi değil; ebedi olamaz; hatta uzun süreli bile olamaz” diye sayıklıyordun aşırı kan kaybederken; baygın ve terli.
İkincisinde ise küçük bir dağ evinde rahatsız ve tozlu bir sedirin üzerinde açtım gözlerimi. Karşımda boynunda zincir, ellerinde kelepçe ve ayaklarında prangalarla; hayranlıkla anlatıyordun hayatı nasılda yere devirdiğimi bana.
Ve diyordun “Bir insan infaz memurunun hayranı olabilir mi?
Bir insan hayranı olduğu birinin infaz memuru olmasını isteyebilir mi? Haydi çek tetiği ve öldür artık beni!”
Aniden ayağa fırladım heyecanla ve beni bağladığın ipin gerildiğini hissettim aynı anda:
En son cansız bir şekilde yere devrilirken gördüm seni.
Çünkü ikinci bir silahtan çıkan kurşunda benim göğsümü delmişti….

H.Ö.



CENNET SOHBETLERİ 3

Sen-Hadi ama kasma bu kadar kendini; duymak ve öyle uykuya dalmak istiyorum hasta beyninde üretebileceklerini.
Ben-Olmaz git başımdan hiç çaba sarf etmeden yine kırdın işte beni.
Sen-Sen de pek safmışsın, pek çıtkırıldımmışsın be birader! Topu topu iki cümle sarf ettim: üstelikte içinde şefkat ve arzu bulunanlarından.
B- Bense…
S- Sense çoktan mahkemelik olmuşsun beynindeki Esraylan.
B- İyi ya daha ne istiyorsun alsana hasta beynimden bir mahkeme.
S- Dur dur dur! Bunu daha fazla sürdürmeyelim. Yoksa bu hastalıktan önce öldürmemi mi istiyorsun kendimi.
B- Sen delisin biliyor musun? Şimdi beni iyi dinle ve sakın lafımı kesme:
Biricisi bu hasta beynin habis tümör hücresi üretmesi ısmarlama olmuyor: olamıyor ne yaparsın. Bir bakmışsın almış seni bulutların üzerine çıkarıp bırakmış, aşağıda ağzından çıkacak tek bir heceyle kendi başını kesecek; bir bakmışsın seni karga tulumba  götürüp ıssız bir eve kapatmış; bir av tüfeğiyle ciğerlerini göğüs kafesinden azat edecek. Sen dedin ya  hastalıklı beyin diye. Ben ona kısaca değişken kişilik diyorum. Ve emirlerinize amade ediyorum.
İkincisi ben saf falan değilim tamam mı? [Tamam tamam safım işte! Ne yapayım:Öyle yapmacıksız, öyle içten, öyle özgür ve samimi istiyorum ki çevremde hatta dünyanın her yerinde vuku bulan davranışları, dudağıma bırakılan minik bir buseyle yanıyor sanıyorum sanki cehennem ateşiyle bütün iç organlarımı. Oysa o bir an, o bir dürtü, o bir karşı koyamayış içimizdeki ilahi içgüdüye. Sonrasıysa bir sıcaklık, bir huzur, sıkı bir sarılış başkasına ait olan hayali sevgiliye.]
Üçüncüsü ben çıtkırıldım da değilim hanfendi? [Bendeki bu hal sadece gerek aile içinde, gerekse ocak dışında kimseyi kırmak, üzmek istememekten kaynaklanan, ince ve düşünceli bir insan olabilme çabası; insan olabilme çabası   
İnsan olabilme çabası…insan olabilme….insan!.....olabilme……..]
Dördüncüsü ŞEFKAT! Daha ana rahminde sevgiyle bakan bir çift göze ve vücudumda ağır ağır gezinen bir çift ele olan açlığı varlığımın: bebeklik, çocukluk ve ergenlik hatta sonrasında da bitmeyecekti şefkate hasret kalan doymazlığım. Ve bilmem inanır mısın: ben hiç babamın kucağında uyuyakalmadım!
Beşincisi arzu!: ki ben her nasılsa bu sohbetteki sözcüklerinde hiç izine rastlayamadım.
Altıncısı daha çok saçmalamalıyım ki daha uzun süre yanımda kalasın. Keza bu gezegende beraber yaşadıklarımın çoğuna göre saçmalık bu yazıyor olduklarım.
Ama ben bunları kağıda kusmasam, bu yabancı hücreler beynimde birikir, birikir ve seni cennete buraya benim yanıma getiren o sevgili ura dönüşürler. Ve kim bilebilir belki de beni buradan alıp daha sıcak bir mekana götürürler. Ve ben yine sensiz yaşamak zorunda kalırım. Bir 28 yıl boyunca daha. Beklide daha  da fazla! Can mı dayanır buna?:)
Yedincisi “Bebeğim; ne yazık ki o hastalık seni çoktan öldürdü. Ve sen cennete benim yanıma geldin ki bense senin öleceğini ve buna dayanamayacağımı bildiğim için kendimi hastanenin çatısından aşağı boca etmiştim.” Olacaktı. Fakat ne yazıkki altıncı serzeniş yedincinin foyasını meydana çıkardı.
S- Hakan sen iyice koptun ya! Ne cenneti ne hastanesi? Ben öylesine söyledim hastalık beni öldürmeden intihar ettiricen beni diye. Bak ne güzel gelmişiz pikniğimize, dört bir yanımız meyve ağaçları –Allah Allah buralarda da bu meyveler pek kök salmazdı; her neyse- sağımız şarap ırmağı iç iç sarhoş etmez –şarap ırmağımı; tövbe estağfurullah- çevremizde koşuşup duran ve neredeyse höt demeden alsana … diyecek yakışıklı nuriler ve güzel huriler –huri mi? ne hurisi? Bu işte bir iş var be!- daha ne olsun: ikimizde tamamen sağlıklı ve her ne hikmetse 20’li yaşlarımızdayız. Ve ……..
Ve cennette yan yanayız!!!
Sekizinci “seni  seviyorum!”
B- İyi uykular bi tanem bende seni seviyorum!

H.Ö.


CENNET SOHBETLERİ 4

Sen-Bu saatte nereye gidiyoruz?
Ben-nereye gidiyorum diye soracaktın herhal? Sen gelmiyorsun…Bıktım artık bu yapışkanlığından.!
S-yo yo bu sen değilsin; bu senin tarzın değil. Neler dönüyor burada: kimsin sen? Bebeğime ne yaptınız?
B-Hayır canım: saçmalama ne yazık ki bu benim. Ve bir süre yalnız kalmaya ihtiyacım var sadece;  öyleki yanımda tanrı bile olmamalı.
S-uzak dur benden pis yaratık: Hakan’ın ağzından asla böyle laflar çıkmazdı. Ne istiyorsun benden, ona ne yaptın.?!
B-pekala sanırım seni kandıramayacağız kadın. Hakan şu anda bir çeşit eğitimde: normal insanlar gibi olmayı öğreniyor. Nasıl beni buraya yanına seni oyalamam için gönderdilerse; onun yanınada ona bol bol acı çektirip kazık atıp olgunlaşmasını sağlayacak, kısaca ona normal bir insan gibi olmayı öğretecek senin bir benzerin gönderildi. Hepsi bu kadar değil tabii: ailesi, çevresi tüm arkadaşları özenle seçildi. En zorlu olanlarından; onu en çok zorlayacak olanlarından. Mesela:
Babasına bakalım: Bu modeli ilk kez deniyoruz. Hatta  onun için özel olarak bazı eklemeler yaptığımızı bile söyleyebilirim. Şu anda eğitimin 28. yılında: fakat o kadar kötü bir öğrenciki neredeyse birinci yılındaki davranışları sergiliyor. Aptal değil ama bir türlü neden böyle davrandığına karar veremedik. Bazı olaylardan ders çıkartabiliyor özelliklede içinde direkt insan eli bulunmayan ve ucu başka bir insana dokunmayanlarından. Fakat iş bir insanın canının yanmasına, zarar görmesine, incinmesine geldimi yine sapıtıyor tamamen kendi lehinde ve başarısız kararlar, dibe batışlar, akıllanamayışlar alıyor başını gidiyor…Ne diyordum..ha babası değil mi?: Bak bu modele çok az duygu verdik neredeyse hiç. Ayrıca bununla da kalmadık es kaza Hakan’dan öğrenebileceği duyguları kullanamayacak şekilde ayarladık düşünce yapısını. Zeki yaptık ki Hakan karşısında ezilsin. Fakat yeterince zeki yapamamışız; bu özelliği sadece onun karşısında ezilmesini engelledi. Ayrıca uysal ve kendine zarar verebilecek alışkanlıklardan tamamen uzak bir model tasarladık. Böylece hem Hakan (pek uzun süre olmasada bir süre) hem çevresindeki insanlar onu iyi, haklı ve dürüst bir insan olarak görsünler. Zaten kötü alışkanlıkları olsaydı haksızlığa dayanamama özelliği sonucunda Hakan bir gün işini hemencecik bitirebilirdi. Mesela 19-20 yıl içinde. Düşünsene Alkol alıp ev halkının üzerine yürüyen biri olduğunu. Hemen kapının önüne konurdu ki bu bizim için kesin bir başarısızlık olurdu. Bunun yerine onu; normal insanlara özgü en alasından kabalık, anlayışsızlık, duygusuzluk, bencillik, kendini beğenmişlik, nankörlük, çıkarcılık ve şimdi aklıma gelmeyen bir sürü özellikle donattıkki neredeyse şeytanı bile incitmek istemeyen; inceliğe, duyguya, yaratılan her şeye haddinden fazla değer ve sözleriyle davranışlarına da duygularıyla yön veren bu anormal insanı en zayıf yerinden kıskıvrak yakalasın; sana bana benzetsin!
Yetinmedik ara ara bir sürü arkadaş, sevgili, hoca, dost, düşman, akraba soktuk hayatına onu akıllandıracak olan. Ama nerde!:. Beyimiz her darbede biraz daha inceldi, biraz daha uzaklaştı normal insan olmaktan. İnan bana radikal yanı bu kadar kuvvetli olmasaydı yeryüzünde hiç kimseye en ufak bir zarar veremeyecekti. Evet evet bir kişiye ciddi boyutlarda; gerek maddi gerek manevi epey bir zarar verebildi: kendisine.!:( Ve ne yazık ki bu durum onu normal bir insan yapmaya çalışmamıza köstek oldu. Uzaklaştıkça uzaklaştı insanlardan lakin bir o kadarda yan yanaydı onlarlan. Bu soyut uzaklığı oldu zaten bütün çabalarımızı sonuçsuz bırakan. Birkaç defa kendi kendine “Yeter artık buraya kadarmış bende sizler gibi olacağım!” diye feryat figan ettiği hatta yazdığı bile oldu bunları. Fakat: Hayır! Beceremedi. Dener gibi yaptı çünkü. Sonuçta üzülen, yaralanan, içinden bir yerlerden bir şeyler verip dışından ağlayıp yanından ayıramadığı kağıt kalemini ıslatan yine o oldu gözyaşlarıyla.
Geleceğe endeksli en kuvvetli hamlemizse 17-18 yaşlarında amcası aracılığıyla mühendislik mesleğine sürüklememiz oldu onu. Maazallah ruhuna en uygun meslek olan sanatçılık(müzik,  resim, tiyatro, sinema, dans, fotoğraf, karikatür ve edebiyat) okusaydı, yapsaydı ve bu şekilde hem karnınıda doyursaydı ne yapardık. Hiç! Hiç mi hiç şans kalmazdı normal bir insan olması için. Ya da bazen düşünmedim de değil ruhuna uygun bir hayat versek haliyle her açıdan başarılı ve haliyle doygun biri olsa ve azsa azsa sonunda azgınlığının gücü bütün o garip davranışlarını, düşüncelerini tarihe gömse. Ama hayır kibirin “k” si yok ki adamda. Bu tutar yine kendini zedelerdi ve tek fark toplumdaki sınıf farkı olurdu bu zedelemelerde.
Şu ansa tek şansımız ve yıllar önceki sıkı hamlemizin eseri olan Mühendislik mesleğine yönelmesini beklemek ve orada ruhunu yoğura yoğura gerçek bir insanın siluetine benzetmek en azından. Şu ara sanatçılık konusunda çaldığı her kapıyı büyük bir ustalıkla suratına kapatıyoruz ki mühendislik yapsın mecburen. Ayrıca normal insan gibi davranmasını sağlamış oluyoruz. Sanatçılık yaparak karnını doyurmak için ne yapmak zorunda kalacak: “Yalan söyleyecek 1, kalitesiz, duygusuz yapıtlar üretecek 2, yalakalık yapacak 3, kişiliğinden verecek 4, -bak ne oluyor yavaş yavaş normal bir insana benziyor di mi?- hatta kimilerini kırıp üzecek 5, -hahahahhhaaaaa..çok güzel bu…….- samimi görünüp kazık atacak 6, adam satacak 7, kim bilir beklide çalıp çırpacak 8 –işte bu! işte bu! Bu benim: bu benim adamım! Nıhhaahaha! O da benim olacak! Onu da alacağım yanıma! Cehennemimde baş odunum şey pardon bağ konuğum olacak!!!  Bana katılacak! Bana…
S-Şeytan! Şeytansın sen imdaaatt!
B-Evet ya o benim hayatım: şimdi gel bakalım kollarıma! Benden kaçamazsın biliyorsun.nıhahhaaaa!
S-Yooo hayır uzak dur benden, rahat bırak beni…
B-Kaçma tatlım hiçbir yere gidemezsin eninde sonunda yakalayacağım seni.
S-İmdaaaat! Nasıl girdin buraya iğrenç yaratık: senin cennetten içeri adımını atman imkansızdı! B-Haklısın hayatım! Zaten bende şeytan değilim! Gel buraya kaçma nıhhaaahahaaa!
S-Dur bi dakika şeytan değil misin? Tabii ya! Hakan Allah belanı versin!! İğrençsin! Hastasın sen! B-Ama bi tanem “Nereye gidiyorum diye soracaktın herhal? Sen gelmiyorsun…Bıktım artık bu yapışkanlığından.!” diye şaka yaptığım zaman bana. “Yo yo bu sen değilsin; bu senin tarzın değil. Neler dönüyor burada: kimsin sen? Bebeğime ne yaptınız?” deyince ve bu fikrinde ısrar edince kendimi tutamadım. Sen en başta gecenin bir vakti dışarı çıkıp bahçemizden sana çiçekler toplayıp yatağımıza sermemi ve sana sürpriz yapmamı engellemeseydin. Şu anda sıcacık yatağımızda ya da ne bileyim mutfakta yemek masasının üzerinde gevşemiş bir halde birbirimizin gözlerine bakarak sevgi sözcükleri söylüyor olacaktık.
S-Oh Hakan çok tatlısın.
B-Hayır bir tanem sen çok tatlısın! Ve BEN HAKAN DEĞİLİM! NIHAAAHHAAA!NIHAAAHAAA!
S-Tamam uzatmada şimdi bana cehennem ateşli bir öpücük ver de yatağa geçelim. Artık dayanamıyorum! Yakışıklı şeytan efendi!
B- Ama Esra Şeytan’a yakışıklı ve efendi denmez ki. Hem ben daha tam azamadım biraz daha fantezi yapalım!
S-Hakan yeter canım ve al dedim şunu sana!....
B-Ama Es…mmmmm…
S-Ah…oh evet…mmmmm…….;)
H.Ö.

CENNET SOHBETLERİ 5

Birkaç pişmemiş insan-Hakan kartsız bir arkadaşı sokup kafa çekeceğiz ucuza ve güzel bir manzara eşliğinde. Askeri giriş kartını verir misin?
Ben- Dostlar sanırım bu soru şu fani dünyadan aklınızda kalmış ve beni görünce dışarı fırlamış olmalı.
Boşu boşuna havalara giripte beni üzmeyin.
Sizler yalansınız;
Bense GERÇEĞİM!
Gerçeğin ta kendisiyim. Ne olur artık beni rahatsız etmeyin.
Üzerime yürüyüp ezmeye çalışmayın.
Alay edip eğlenmeye kalkışmayın.
Kandırıp ustaca beni zedelemeyin ilişkimizi.
Aksi halde:
Daha fazla sabredemez ve geçersiz, etkisiz kılabilirim sizleri; aynı birer hiçmişsiniz gibi.
Olgun olmaya çalışın, kaliteli olmaya çalışın, iyi ve dürüst olmaya uğraşın:
Aynı insan sureti taşıyan bir varlığa yaraşır gibi.
İnsanları kırarak, hayvanlara eziyet ederek
Ve maddeye maneviyat muamelesi yaparak
Derinleştirmeyin, harlamayın cehennemdeki nadide yerlerinizi
Ki hepsi boğazdaki yalılarınıza, özel korumalı lüks sitelerdeki
Apartman katlarınıza, en eşsiz koylardaki yazlık villalarınıza
NİSPET! Olarak belirlendi.
Birkaç pişmemiş insan-Ya saçmalama Hakan: vermeyeceksen söyle: aptalca anlamsız şeylerle kafamızı ütüleme!
Ben-Sanırım siz daha nerde olduğunuzun farkında değilsiniz!
Hadi izin benden:
Şöyle kaldırın kafanızı ve seyredin:
O sahte ve kısacık hayatta; siz ondan çalıp çırptıktan sonra har vurup harman savururken
Fakir bir hanede; kah iyi eğitilemeyen, kah yeterli beslenemeyen, hele gönlünü hiç eğleyemeyen; her an gelecek endişesiyle yaşamaya çalışan
Ya uzaktan, yada televizyondan gıpta ile sizi izleyip azap çeken
Fakat yinede içindeki ezilmişlik ve olanca dürüstlüğüyle, iyiliğiyle
Bir'liğe yönelen o gerçek insanları seyredin!
Sahte dünyada sizin kat kat günahlar işleyerek, haramlar yiyerek yaşayabildiğiniz huzurun bilmem ki kaç katını duyarak yaşayacaklar sonsuza dek.
Seyredin ve acı çekerek ağlayın!
Birkaç pişmemiş insan- Hassikktiirrrr! Eşhedüenlailahe…..aaaaaaaAA…
Ben- Aaaa…ya..artık çok geç dostlarım. Sahte dünyadan harladığınız ateş sizi bekliyor..İlahi adalet!
Birkaç pişmekte olan insan- Durun yapmayın, bir şans daha verin..aaaaaaa….aaacıyın bize…aaaaa…

H.Ö.

CENNET SOHBETLERİ 6

MONOLOG

Her gece yatağa sensiz girmekten bıktım inan bana. Ama sen şimdi benle hiç girdin mi ki de bensiz girmekten bıkasın diyeceksin. Ben de olsun; yatağıma uzanıp bir off çekip e-s-r ve a harflerini malum sırayla dizmiyor muyum beynimde ve hemen kah önüne kah ardına eklemiyor muyum onlarca ünlemi, sıfatı, soru kelimesini, cümleyi…: diyeceğim sana…:
Esra, nerdesin!?
Bana ne yaptın Esra?
Esra:Gel uyut beni; dayanamıyorum artık tam 3 gün oldu sen otobüse binip arkana bile dönmeden çekip gideli!
Zeytinli poğaça ve o ismini bilmediğim tatlı beni bu kadar etkilememeli. Yoksa sahiplenilemeyişin ve sahiplenmeyişin mi çarptı beni; aç karna farkına varınca bu özelliğinin. Evet evet bana sık sık bir şeyler yemem gerektiğini söylemiştin. Ama ben sana sevişme aralarında iştahsızlık çektiğimi söylememiştim. Sanırım azgınlığıma şey pardon dalgınlığıma denk geldi.
Şimdiyse kendi kendimi tatmin ederken en çıplak hayallerimi süslüyor bembeyaz bir tenin örttüğü o nadide bedenin.
Kalabalık yerlerin mahrem kadını:
Ve tekrar tekrar söylüyorum adını.
Çözmeliyim artık beynimde tıkanıp kalmış düşünceler yumağını:
O nişanlı-ben yalnız
Ben bağlanamam-o bağlı
O gece benimle sevişip yanı başımda uykuya dalamaz-ben üzgün
Ben onu son hücresine kadar tanımak isteyen-o sanki kafama pisleyen…bir güvercin; bir talih, bir esenlik doyasıya üzerime esen:.. sen!
Bütün gün seninle sevişmek isteyen ben.
Ve gece yarısı çağrılarımı cevapsız bırakan sen!
En savunmasız, en acı çektiğim, varlığımla yetinemediğim, pencerenin ardındaki karanlıkla aydınlanmaya çalıştığım, aynada kendi yalnızlığımı seyrederek ağladığım, seni hayal etmelerin yetersiz kaldığı anlarda; tüm gece boyunca bir-iki elektronik notayı benden esirgeyen sen!
Sen, sen, sen….
Tarafsız bakamıyorum sana; aklım hep ulaşamadığım göğüslerinde, hırçınca mıncıklayamadığım kalçalarında hatta hatta bıkamayana kadar öpüp her yanını emmek istediğim ayaklarında.
Ya o bıyıklı dudaklarımla yalamamı hayal ettiğin en baba erojen bölgen. Ve bu bölgede serseri mayın misali bir ileri bir geri, kah sağa kah sola gidip gelmek dil darbeleriyle aynı senin inlemelerinin ses kasası olan uzayda yaptıkları gibi.
Sen de istemez misin üstünde kendini unutana kadar gidip gelmemi.
İkimizde defalarca boşaldıktan sonra el ele, göz göze dalamaz mıyız uykuya sanki hiç ayrılmayacakmışız gibi.
Ama hayır ben tek başıma odamda bunları üretirken hastalıklı beynimde. Ve ancak bir telefon çağrısı olarak ifade ederken bunca hayali. Sen ustaca, umursamazca, belki de gerçekten uyuyakalarak bir kez daha sensiz bırakıyorsun beni.
Hani benim cevabım, hani benim ilgim, hani benim; beni, her yanımı elleyenim, beni tümleyenim…diye diye sayıklayarak temelsiz düşüncelere itiyorum kendimi. Süzülüyorum.
Neden diyorum yaşamak zorunda kalıyorum bu fendi.
Ve sana bir soru yöneltiyorum sanki gerçekleştirecekmişim gibi:
Sonraki dünyada vücudunun her yerine batırılan paslı çiviler eşliğinde mi çığırmak istersin bana olan tutkunu anlatan ahlaksız şarkıni?:)
Yoksa beni ilgiye, sevgiye ve şefkate boğup:
Cennetteki buluşmamızda bir fantezimizde mi vücudunda istersin paslı çivilerini?
H.Ö.

CENNET SOHBETLERİ 7

Zebani elinde bir avuç paslı çiviyle; geleceği şu durumda geçmişinden de karanlık görünen cinsi latife doğru ilerledi:
Zebani- Hiç mi sızlamadı yüreğin; yüreğinin içine yalnız seni sığdırmış bir cinsi kabayı ezip geçerken. Seni ona dünya azabı çektirmek için görevlendirdiğimizi de hatırlamıyoruz. Ama maşallah işi bu olanların başaramadığını neredeyse 1 haftada başardın.
Sen- Ama efendim:…
Z- Dur dur bırak “efendimi” şimdi bu zavallı kaçıncı kurbanın kim bilir. Bu biraz dünyevi bir yaklaşım oldu: Bu çocuk tam 69 uncu tabii bunu biliyoruz. Lakin bilerek mi denk getirdin, tesadüf müdür belli değil. Ama eleman da 69 hastası. Bu sayıya bayılıyor. Bitiyor bu pozis… şey sayı için.
Esra- Ne olmuş bende çok severim bu sayıyı.:)
z- Her neyse. Sen tabii bu güzide insanı, bu çok pişmiş zatı muhteremi; uzaktan baktın baktın bi boka benzetemedin: Karamürsel sepeti hesabı(Ulan bu senaryoda bi terslik var ama hadi bakalım) Kendi kendine dedinki ben bununla kedinin fareyle oynadığı gibi oynarım.
E- Ama efendim: yanılı…
Z- Sus bi sus ta dinle yoksa öbür yanda da car car car konuşupta mı mahvettin çocuğun hayatını. Bu ne be ya biraz daha konuşursan zaten bizim takıma alacağım seni. Bi ayar yapıp dünyaya insan caydırmaya göndereceğiz hak yoldan. Şaka şaka! En okkalısından bir azap seni bekliyor. Aynı senin dünyada uyguladığın acımasızlıkta.
Ben- (Fısıltı ile) Tamam oğlum ya suyunu çıkarma biraz korkut dedik sadece.
Zebani-(fısıltıyla) Tamam ağabeycim bi sus şurda kaptırmışız rolümüze kendimizi. Biraz da zevk alalım değil mi? (Yüksek sesle) Ne o tırstın de mi? neden susuyorsun konuşsana!
E- Efendim siz sus diye gürlemediniz mi az evvel; susuyorum işte.
Ben- Ah be ne soğuk kanlı, sana cevap verirken ne kadar da heyecanlı; canım benim!
E- Pardon anlayamadım?
Z-Sana demedim şeytanın uşağı.(fısıltı ile) Bana bak sen iyice yumuşadın hatunu görünce işin bokunu çıkaracaksın, sen git bir dolaş gel ben biraz daha sıkıştırıp bırakırım hadi anam! Hadi Hakancım!
Ben-(F.i) Ama Taner çok tatlı ya hiç ayrılasım yok yanından…
Z- Yürü be oğlum! Hem ben iyice sıkayım, üzeyim sen gelip teselli edersin.
B-E tamam bari. Bana bak çok yüklenirsen külahları değişiriz.
E- Baksana senin adın ne? Dünyadan birini hatırlatıyorsun bana. Evet evet şu boynuzları, pelerini ve keçi sakalını çıkarıp toynaklı ayaklardan da kurtulduk mu; sanki aynı neydi şu çocuğun ismi ya?!
Z- Canım nereden çıkarıyorsun şimdi bunları; ehem şey yani kes sesini kötü ruhlu orospu!...vs…
E-…vs…
Z-…
E-…. …. Sigara alır mısın hayatım?
Z- Vay be şuraya geldim geleli böylesini yapmamıştım. Alırım tabii bir tanem!
Yaklaşık yarım saat sonra dönüyorum:
Ben- Aman tanrım bu olamaz.; Yani bu tür şeyler dünya da olur ve sigara teklif edilen taraf hep ben olurum. Hem de en iyi dostumla en hayran olduğum kız arkadaşım. Bu nasıl olur! Bunu bana yapmayacaktınız ulan bittiniz siz!
Belimdeki 14’lüyü çekerim ve Esra’yı vururum. Tam bu sırada Taner bağırmaya başlar:
  • Hakan dur! Biz hiç bir şey yapmadık sadece şakaydı bu. Esra onu kandırmaya çalıştığımızı anladı.Ve sana bu oyunu oynamaya beni ikna etti.
Ben- Biliyorum hayvan. Zaten ben de seni beni sattığın için, onu da spor olsun diye vuruyorum. Burası cennet ağabeycim bi bok olmaz size nasıl olsa. Birkaç gün sonra yine ortalıklarda dolaşmaya başlarsınız. 
GEBER KÖPEK!
DAN! DAN!
:))

H.Ö.


CENNET SOHBETLERİ 8 (+18) :))

Ağır ağır çimenlere uzandım. O ise; karşımda erkek köpek oturuşuyla oturmuş öğlen zanax aldığını söylüyordu. O an dudaklarına kenetlenip bir daha hiç bırakmamayı geçirdim aklımdan. İsmi bir miktar çiçek topluluğu anlamına gelen buluşturucumuzsa iş yerinde gerçekleşen ve beni o an hiç ilgilendirmeyen saçmalıklardan bahsediyordu; sıkıntıma sıkıntı, çaresizliğime çaresizlik katmak için sanki. Son bir gayretle sırt üstü yatıp gözlerimi kapattım ve onun dudaklarını dudaklarımda hayal ettim 15-20 saniye kadar. Ki bunun bir hata olduğunu nereden bilebilirdim. Ben onunla ilgili bu tür hayaller kurarken o bana:
-Hakan saçlarına ne yaptın böyle; iğrenç olmuş
Yada bu tarz şeyler söylemekle meşguldü ve bu halime hala inanamıyordu.
Beklide tek yapmam gereken:
-Burcu birkaç saniye; yok yok şunu birkaç dakika yapalım; arkanı dönüp kulaklarını da tıkar mısın?
Deyip üzerine atlamaktı. Ve bir iki öpücükten sonra Burcu'ya:
  • Burcucum iyisimi sen bir iki saat gözlerini ve kulaklarını kapalı tut
deyip oracıkta el ve dil yordamıyla seni bulutların üzerine o gün seni görünce benim gittiğim yere; yanıma almaktı.
Ama ne oldu? “Keşke şimdi yalnız kalabilseydik” diye geçirdim içimden. En fazla “Acaba kulağına eğilip tuvalete git bende arkandan geleceğim orada bir kabinde sevişiriz 5-10 dakika da olsa diye kışkırtsam kışkırır mı ki” şeklinde kendimi kışkırtmaya çalıştım.
Ama ne oldu?
Her zamanki gibi hiçbir şey! O da yanlış teşhisti sanki. Deli değildi; benim durumumu anlayamıyordu o da milyonlarcası gibi.
Kendimi zorlayarak gün boyunca başlarından geçen olaylardan ve ismi bir miktar çiçek topluluğu anlamına gelen arkadaşımla olan hatıralarımızdan; ortak dostlarımızdan bahsettik. Ama bir süre sonra sol tarafımda bir martının kanat çırpışı gibi bıcır bıcır sallanan bir yandan da aynı bir martı misali bembeyaz bir çift yürüme organı gördüm. Aslında buna tam olarak gördüm denemez: avına odaklanmış öldürmek için tasarlanan gibi izlemeye aldı içimdeki şehvet bu iki şirin sevişgeni: Ben de onlara katılmak istiyordum. Sahipleriyse davetkar ve muzır bakışlarıyla daha da kışkırtıyorlardı içimdeki şehveti. Ona sadece “şunları sallamayı keser misin dikkatim dağılıyor” diyebildim.
O ara hayal edebildiğim ilk şey kendisinden istediğim selpak mendile bir miktar kloroform döküp ismi bir miktar çiçek topluluğu anlamına gelen arkadaşımı kısa ve rahat bir uykuya yatırmaktı. Kararan havanın da yardımıyla az ilerdeki beton yapıya doğru ilerledik martıların sahibiyle birlikte. O duvara yasladı sırtını bense martılarını sevmek, öpmek ve yalamak için ikiye katladım dizlerimi. Bir süre martıları sevindirdikten sonra pantolonla kaplı diyarları geçip ince bel ve göbek deliği ikilisinde oyalandım, sıkılınca ikiz tepelere tırmanıp martıların sahibini biraz daha heyecanlandırdım. Bu arada hemen iki üç metre ilerimizde parmaklıkların arkasındaki yoldan insancıklar hafif inlemeleri duymamazlıktan gelerek ve yollarına devam edebiliyorlardı. Sahibin boynuna doğru yönelirken onun ellerini sıkıca duvara bastıran ellerimden birini iç çamaşırının içine sokmuştum bile. Fakat en duyarlı bölgeyi uyarmakla görevli elim merkeze ulaştığında bana o bölgelerin bir çöl kadar kuru ve ıssız olduğunu rapor edince biraz bozulmuştum. Yinede yılmadan keşfe devam ettim. Tam o sırada bende pantolonumun içinde bir el hissettim. İlk anda anlayamadığım şeyse sahibin bir eli benim diğer elimde, bir eli saçlarımdaysa bu el kimin eliydi yoksa üçüncü bir eli daha mı vardı. Ve birden işe karışan bir el daha fermuarımı indirip bana oral seks yapmaya başladı. Bu ise ismi bir miktar çiçek topluluğu anlamına gelen arkadaşımdı. Bu arada sahibin inlemeleri iyice artmıştı ki yoldan geçenler bariz bir şekilde bakarak, ne olduğunu anlamaya çalışarak geçip gidiyorlardı. Islandı ve kalkanları şişti merkezin, tepelerin zirveleri sertleşti iyice, yüzü kızardı sahibin, hakim olamadığı bel hareketleri eşliğinde boşaldığını hissettim bir tanemin. Bense ismi bir miktar çiçek topluluğu anlamına gelen arkadaşımın günlük protein ihtiyacını çoktan gidermiştim. Birbirimize birbirinden güzel sözler sarf ederken bir yandan da minik öpücükler bırakıyorduk vücutlarımıza..
İsmi bir miktar çiçek topluluğu anlamına gelen arkadaşım- Üff Hakan sen beni dinlemiyorsun. Sıktık galiba beyefendiyi.
Esra- Biz gidelim istersen artık yanımızda gözün açık uyumaya bile başladın. Hem bak iki saattir dizlerimdeki başına ve sana şefkat gösterip duruyoruz. Ohhh ne rahat!
Ben- Haasssiktirrr ya rüyaymış!
H.Ö.


CENNET SOHBETLERİ 9 (+23)..:D

Ben- Ah şeytanın kızı! Mühim değil yalnızlık kılığına girmiş bir kurt misali kanlı dişlerini tekrar tekrar vücuduma geçirişin. Ölüm yok ya ucunda?!! Yok di mi?
Sen- Ne yok?
B- Sevgiyi, saygıyı bu defalık bir kenara bıraktım..
S- Eeee…?
B- İhtiras yok, şehvet yok, seks yok.
S- Oysa benim tek yapmam gereken bunlar olmalıydı değil mi? Sen beni kesin; para verip karşılığında şehvet ve seks aldığın orospularla karıştırdın. Ben senden çılgınlık istiyorum, fantezi istiyorum; nasıl olur bilirisin; sana daimi bir surat gülümsemesi bahşedeceğim ama sende bana ruhunu vermelisin.
B- Bence şeytanın kızı rolünü kim bilir kaçıncı kez piç edişin.! Yıkıl karşımdan: erkek arkadaşını bizim; ikimizin sevişme masasına çağıran. Korkarım gerçekten kararsızlıktır sana bunu yaptıran. Ama bir dahaki buluşmamızda orgazm olmaktan buna vakit bulamayacan.
S- Beni tatmin etmeni de kim istedi, sen ki en mahrem hayallerimize birleştiricimizi karıştıran.
B- Yapma kedicik: harcama beni saçma sapan bir rüyaylan. Hem ben bilerek mi gördüm onu, bu sadece bize beynimin bir oyunu. Siz gelip bana üçlü takılalım deseniz hiç o tuzağa düşer miyim ben?! Şey yani öyle şeye gelemem! Benim için varsa yoksa sen!
S- Ya Birce’ye ne demeli?
B- Vay adi: ağzında laf ıslanmayan bir miktar çiçek demeti.
S- Ya Sen kiminle dans ettiğinin farkında değilsin daha. Birce’ye ilk görüşte aşk, defalarca buluşma, üstüne üstük sayfalarca yazı daha. Oyuncak mı lan bu?
B- Ama sahip! Böyle bir ilişki yaşamam tanıdığım seni rahatsız etmezki. Aksine yine gelip seni, vücudunun her yanını öpüp koklamak için yanıp tutuşmam seni daha çok tahrik etmeli. Evet evet Pazar günü için ayarladığım evi bir an önce yine hazır etmeli ve seni o evin her köşesinde tahrik edip orgazm halinden geri bir adım düşürmemeli. Hadi gel artık yanıma; bu iki benden saatlerce sevişmeli: Çankaya’daki porno vcd satıcılarının çığırdığı gibi: emmeli-gömmeli.:))
S- Sen ne uyanıksın öyle. Ya aynı yazıları ısıtıp ısıtıp karılara verip, bambaşka bir çapkınlık yöntemi uyguluyorsan. Ve bende kurbanlarındanımsam. Hatta bu yazıları sen bile yazmıyorsan. Bir yerlerden bulup buluşturup dağıtıyorsan…vs..
B- Aaa uzattın ama: bu kez söylediklerin doğru değil.! Bunu sende biliyorsun. Hem doğru olsa bile senin umursamayacağını da ben çok iyi biliyorum. Nazlanma artık: al dedim şunu sana!:))
S- Ohh bir de dalga geç bakalım. Neyseki ben her zekice espriyi anlayanlardanım.
B- Bu yüzden sana hayranım.
S- Ver dedim şunu bana!
B- Tüh yazının başındaki yalnızlık kılığına girmiş kanlı dişleri olan ve bana vahşice saldıran kurt benzetmesini senin üzerinde unuttum. Hey fenada durmadı hani. Önce bir dudaklarımı ısırsan hafif hafif; öpüşürken. Sonra daha hafif dişlemelerle göğüs uçarlımı yiyip bitirsen. Bir yandanda tüm gövdeme gelişi güzel pençelerini geçirirken. Ve finalde en hafif dişleyişlerle; küçük Hakan lakaplı; saatlerce sevişmeye takatli, en mahrem yerlerin tek fetihçi kralı, şahlandımı inmek bilmeyen benle tam bir uyum içinde yaşayıp giden arap atımı mutluluğa erdirsen.
S- Karşılığında sen de küçük Esra ve arkadaşlarını ağzında ağırlamak zorundasın.
B- Olamaz yoksa sen bir ….
S- Şaka tabii ki Hakancım.:ağzının içine alabileceğin senin düşündüğün tarzda bir şeyimiz yok hayatım. Fakat mevcut olan dış dudaklara, iç dudaklara, vajinaya ve en önemlisi klitorise gereken saygıyı sunmalı ve hepsini kavgasız gürültüsüz, ayrımsız uyarmalısın. Anlaştık mı?
S- HAkan.!! Hey bu ismindeki ilk “A” nın Halide ne böyle. Seni yaramaz çocuk!
B- Güzellik sen şöyle yavaşça uzan, üstündekileri parçalamama izin ver ve bacaklarını sonuna kadar bir arala bakalım: bakalım neler yapabiliyoruz. …mmmm….
S- Oh…ah..aha..aaahh..ohhhh…mmıııhhhh..ıh..ıh…aaaayyyyt….hıh….
B- ..mmmm…mmmmm..mmmmm…
Yönetmen- TAmAm Kes. Kes! Bu ne biçim oyunculuk bu kAdAr gerçekçi oynAnır mı bu sAhne siz ne yApmAyA çAlışıyorsunuz….
Biz- MurtAzA abi: senin “a” larda da bi kıpırdanma var galiba! Şu hale baksana…….
H.Ö.

CENNET SOHBETLERİ 10 (EN SON)

Ben- Valla aslına bakarsanız 9 numaralı sohbete kadar çok şey yolundaydı. Tamam bir ara ufak bir sorun yaşadık ama; soğukluk gibi, anlaşamamak, uyuşamamak gibi kafaca; bu aramızdaki çekimi pek etkilemedi….dır…dır…dır……
Gazeteci- Hakan bey; biraz atmıyor musunuz? Buralarda kimse bunları yemez.!
B- Ehem tabii birkaç cümlem sürçmüş olabilir. Düzeltmem gerekirse: alışılmadık bir şekilde; kontrolsüz ve gayet hızlı yakınlaşmamız aslında onun kontrolünde ve bilinç düzeyinde gerçekleşen bir çeşit deneme mi demeli, kaçamak mı..Her ne ise o tarz bir şeymiş. Bu yakınlaşmanın hat safhada olduğu zamanlarda dile getirilen daha hat safhalara ulaşma arzusu ve bunun gerçekleşememesinden duyulan stres ise tamamen yalanmış. Ve ben yalana, aldatılmaya, sahte samimiyete asla dayanamam, taviz veremem.
G- Hakan bey biraz aşırı tepki göstermiyor musunuz? Bu celallenmeniz sakın Esra hanımın da Birce hanım gibi yanlış teşhis olmasından kaynaklanıyor olmasın. Dolayısıyla; sizin ölene dek aşksız ve eşsiz yaşayacağınız gerçeğine bir adım daha yaklaşmış olmanızdan?
B- Arkadaşım sen ne sivri dilli adammışsın ya! Ne işin var senin burada, nasıl girdin içeriye; helal olsun yani; torpilsiz falan. Şimdi konuya dönersek gazeteci arkadaşım sözlerinde % 90 haklı. Asıl sinirlenme nedenlerim söylediği nedenledir. Bunlara ek olarak aşka, sekse, en önemliside şefkate kııırrk yılda bir gerçekleşen heveslenmelerimin bir anda kesilip atılmasıdır.
Başka bir Gazeteci- Peki şimdi ne yapacaksınız?
Ben- Arkadaşlar! Şu an ciddi ciddi gerek yakın arkadaş gerekse sevgili açısından yalnızlığa mahkum bir uyumsuz olduğumu düşünüyorum. Bu da beni yer yüzündeki her şeyden soğutup yaratıcıya biraz daha yakınlaştırıyor.Ne dj, ne yazar, ne komedyen, ne müzisyen, ne fotoğrafçı, ne ressam hiçbir şey olmak istemiyorum. Sadece benim gibi 1-2 uyumsuzu alıp ıssız bir yerde her dakika yaratıcıya biraz daha yaklaşarak ecelime ulaşmak istiyorum. Bazen de şu anki konumumda bile kimsesiz, muhtaç insanlar için organizasyonlar düzenleyebilecek biriymişim gibi hissediyorum ama değilim. İşte bunu becerebilseydim eğer; alternatif amacı; hayalim bu olurdu.
Bambaşka bir gazeteci- Esra ya da Birce ile ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mı?
B- Esra: kedicik! Onunla aramızda geçenlerin raporunu yukarıda verdim. Fakat son olarak eklemeden geçemeyeceğim bir şey var ki: İki saat ona ruhumu anlatmama rağmen finalde: “Hadi sen artık git! Rezzan sen varken banyo yapamazmış..vs” şeklinde aptalca ve beceriksizce bir yalanla ve arkamdan ne olduğunu anlayamayan “neden gönderiyorsun şimdi çocuğu?” diye cümleler kuran Rezzan’a benim gözümde duruma hiçte uygun olmayan gülümsemeler, mimikler fırlatarak beni kapıya kadar geçirmesi ve ardındanda pişmiş pişmiş “biz birbirimizi anlıyoruz..vs..” tarzında cümlelerle aramızda ki pamuk ipliğini paramparça etmesi inanın beni şok etti ve acayip sinirlendirdi. Aslında ne demişler “her iyiliğe mutlaka bir kötülükle karşılık verilir”. İncitmemeye dikkat ettiğim karıncalar ne yapıp edip niye bana bir yamuk yapmıyorlar diye bazen saatlerce düşünüyorum. Birce: Biricik! ona oturaksız yazılarımdan birinde demişim zaten diyeceğimi cümlelerin hepsi yerli yerinde.
Gazeteci- Pişman mısınız?
B- Bilmiyorum! Şu an geçmişe değil sadece geleceğe bakmalıyım. Yoksa sonumun meçhullüğü bir tek yaratana ayandır ki bu tür bir son benim yaratana karşı utancımdan başka bir değer taşımayacaktır; gerek bu dünyada gerekse ahirette. Geldiğiniz için çok teşekkürler arkadaşlar!
Tv Spikeri- Sayın seyirciler dünya hayatının en başarılı uyumsuzlarından cennetimizin ise en başarılı iş adamı, tiyatrocu, aktör, yazar, müzisyen, fotoğrafçı ve ressamlarından; aynı dünyadaki İbo, Hülya vs gibi..komple bir sanat makinası; insanı olan Hakan öncü ile dünya hayatındaki bir iki uyum denemesiyle ilgili basın toplantısını dinlediniz. Yayınımıza şeytanın kızının cehennemde bugün gördüğü işkencelerle devam ediyoruz…. ???
H.Ö.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------

Murtaza- Eee sen nasıl öldün anlat bakalım.
Ben-Arabamın arka kapısı açıldı ve karanlık görünüşlü biri içeri girip oturdu:

Azrail!;Evlat bizi ölüme götür!

Gerisini hatırlamıyorum.:))
H.Ö.