CENNET SOHBETLERI 1
Ben-Efendim..
Sen-Anlamadım.!
b-Boşluk diyorum içimdeki.. Sanki sen dolduracakmışsın gibi hissediyorum.
s-Nasıl yani?
b-Bir gün bir araya geleceğiz. Ve bir an önce bomboş olan; “içimdeki şarkı bitti” diye tekrarlayıp duran ben, bir an sonra dopdolu olacağım. Ve ve .. Bu mucizenin nasıl, nerede , ne zaman gerçekleştiğini bile anlayamayacağım. Tahmin bile edemeyeceğim.
s-Ben mi dolduracağım içini; neyle peki?
b-Tam olarak bilemiyorum; belki sevgiyle. Öyle sıcaksın ki bunun yapay bir hissediş olmasından korkuyorum.
s-Daha açık konuş benimle..ne.. deme..
b-Bana yönlendireceğin cümleleri önceden tahmin edememek öyle hoşuma gidiyor ki. Uzun zamandır senin gibi biriyle karşılaşmamıştım. Bu beni çok heyecanlandırıyor.
s-………….
b-Düşünebiliyor musun? Bak kendi kurgumda dahi hiçbir sözcüğü mevcut yeteneğimle yakıştıramıyorum sana.
s-Teşekkür ederim.
b-Mesela şu “teşekkür” inan onu dahi zar zor yazdım oraya.
s-……………….. ……….. ………..
b-Ve imaların. Ki ben imayı kendim yapmadığım sürece asla sevmem. Seninkilerin yanın da kendiminkileri beğenmez oldum şimdi; kovaladım ibnelerin hepsini evimden.
s-Siktir git!
b-Çok tatlısın! Fizikselinde de en çok gözlerini, bakışlarını seviyorum. Hani içi gülüyor derler ya: işte o sözü geçen gözler bunlar olsa gerek.
s-Sen nasıl bir insansın!?
b-Ama bunu daha önce söylemiştin.
s-Bana laf oyunu yapma.
b-Hayatım: kesinlikle benim bunlara ihtiyacım yok. Sadece huzur: sende hep bunu görmek istiyorum. Ve görüyorum herkesten gördüğümden çok, insanı sanki özgürlüğün içine hapsediyorsun.
s-……….. ….. …….. ……….
b-Gidebileceğimi, hatta kaçabileceğimi, sana maddi manevi zarar verebileceğimi düşünüyor fakat hiçbir yere kımıldayamıyorum ve senin kılına dahi dokunamıyorum. Tüm kurbanların gibi.
s-Mesela?
b-Mesela Celalettin!
s-Ne ettin?
b-Celal!
s-Ha şöyle Celal tabi.
b-Hayır sadece Celal değil onun asıl adı Celalettin!
s-Ya yoksa Cemal miydi? Ya da Celil?
s-Benle dalga geçme lütfen; öyle bir yaratığın ismini unutmuş olamazsın!
b-Hey bunu benim söylemem gerekiyordu! Kes artık!
s-Pekte alıngansın! Gel bir öpücük vereyim de barışalım.
b-Olmaz sen onunsun; Mevlana Celallettin_i Rumi’nin yani. Evet Esra’cım ne yazık ki gerçek bu, o, bir zamanların ermiş’i, benim favori adamım Mevlana’dan başkası değil.
s-…………. .. … ..
b-Hani “şu ne olursan ol gel” diyen eleman. Yani onun reenkarne almış şey pardon olmuş hali. Nerde olsa tanırım. Pirim o benim çünkü. Ah Ah.!
s-Hakan bu kadar fazla saçmalayabileceğin ölsem aklıma gelmezdi.
b-Haklısın! Ve zaten ölüsün! Ve sana açıkladığım halde hala kabul edemiyorsun durumu.
s-Pes yani!
b-Şu an cenneteki sohbet odalarından birinde telepati yoluyla muhabbetteyiz ve sen yine uyuyakaldın değil mi: telepatini otomatik telepatiste bağlayıp zıbardın gene di mi? Acayip duygusuzsun ya Esra!
s-özür dilerim, beni affet!
b-Ben de diyorum neden bu benimle her zaman ki gibi huzur verici, kendine çekici, deli edici bir şekilde konuşmuyor.
s-Hakan gerçekten çok üzgünüm! Gel bir öpücük vereyim de barışalım.
b-Bana bak aptal alet! Şimdi söyleyeceklerimi hafızana iyi kaydet!
s-Peki efendim!
b-Ha şöyle ya kiminle dans ettiğimizi bilelim. Sahibine de mutlaka dinlet şimdi diyeceklerimi!
s-Emredersiniz efendim!
b-İyi ama ben ona kötü söz söyleyemem ki. O istemedikçe bırakıp gidemem ki onu. Her yerini öpüp koklamadıkça, sarıp sarmalamadıkça rahat edemem ki bu dünyada. Ve son olarak şunu da bildirki ona: Onu seviyorum.(Özgürlük hapishanesinin en sıcak, en duygulu, en insan gardiyanını) Onu seviyorum.
s-Ben de seni seviyorum!
b-Efendim..
s-Anlamadım.!
b-Boşluk diyorum içimdeki.. Sanki sen dolduracakmışsın gibi hissediyorum.
s-Nasıl yani?
b-Bir gün bir araya geleceğiz. Ve bir an önce bomboş olan; “içimdeki şarkı bitti” diye tekrarlayıp duran ben, bir an sonra dopdolu olacağım. Ve ve .. Bu mucizenin nasıl, nerede , ne zaman gerçekleştiğini bile anlayamayacağım. Tahmin bile edemeyeceğim.
s-Ben mi dolduracağım içini; peki neyle?
b-Tam olarak bilemiyorum; belki sevgiyle. Öyle……………………………………………
H.Ö.
CENNET SOHBETLERİ 2
Ben-
Doğru kelimeler senin her tarafını sarmış…
Bilerek senden uzak tutuyorum kendimi.
Çünkü doğru kelimelerin çiviliyor senin dizinin dibine, en az ruhum kadar asi olabilen bedenimi. Hissettiğim kadar çekici misin acaba; yoksa hissedemediğim kadar zeki mi?
Nasıl; nasıl oluyor da almış başımı yitikliğime doğru giderken bir telefonla yörüngene oturtuveriyorsun beni.
“Ebedi değil; ebedi olamaz; hatta uzun süreli bile olamaz” diyorum kendi kendime mahkumluğum yörüngendeki.
Uyurken seni seyrettiğim gece miydi ki mahkumiyetimin başlangıç tarihi
Ya da çok çok önceleri her daim gülen yüzüne mi, en içten bakan gözüne mi yoksa sanki benim beynimin mahsulüymüş gibi kulağıma gelen sözüne mi teslim etmiştim değersiz benliğimi. Sanırım Yaşama “Senin kolunu kıvırıp başını arabanın kaportasına yapıştıracağım” der gibi bakman sağladı;
Sana kötü söz yazamadığım ellerime kelepçeyi, senden uzaklaşmak için kullanamadığım ayaklarıma prangayı, çevirip başkasına bakamadığım boynuma zinciri kolaycacık geçirivermeni. Bir insan infaz memurunun hayranı olabilir mi?
Bir insan hayranı olduğu birinin infaz memuru olmasını isteyebilir mi?
Haydi çek tetiği ve öldür artık beni!
Sen-
Hakancım; canım: Ben istemedimki bir uydum olmanı; etrafımda rutin bir yörüngede dolanıp durmanı. Hapishanemin en ince, en nazik, en insan suçlusu olmanı. Sevginle bana sülük gibi yapışmanı.
Duygularımı zorla emmeni. Sen daha önce hiç görülmemiş bir psikopatlıkla bağladın önce beni; sonra hemen yanı başıma çiviledin kendini.
Sen kan kaybından ölmeden telefonla polisi arayabilmem ise tamamen şans eseri.
“Ebedi değil; ebedi olamaz; hatta uzun süreli bile olamaz” diye sayıklıyordun aşırı kan kaybederken; baygın ve terli.
İkincisinde ise küçük bir dağ evinde rahatsız ve tozlu bir sedirin üzerinde açtım gözlerimi. Karşımda boynunda zincir, ellerinde kelepçe ve ayaklarında prangalarla; hayranlıkla anlatıyordun hayatı nasılda yere devirdiğimi bana.
Ve diyordun “Bir insan infaz memurunun hayranı olabilir mi?
Bir insan hayranı olduğu birinin infaz memuru olmasını isteyebilir mi? Haydi çek tetiği ve öldür artık beni!”
Aniden ayağa fırladım heyecanla ve beni bağladığın ipin gerildiğini hissettim aynı anda:
En son cansız bir şekilde yere devrilirken gördüm seni.
Çünkü ikinci bir silahtan çıkan kurşunda benim göğsümü delmişti….
H.Ö.
CENNET SOHBETLERİ 3
Sen-Hadi ama kasma bu kadar kendini; duymak ve öyle uykuya dalmak istiyorum hasta beyninde üretebileceklerini.
Ben-Olmaz git başımdan hiç çaba sarf etmeden yine kırdın işte beni.
Sen-Sen de pek safmışsın, pek çıtkırıldımmışsın be birader! Topu topu iki cümle sarf ettim: üstelikte içinde şefkat ve arzu bulunanlarından.
B- Bense…
S- Sense çoktan mahkemelik olmuşsun beynindeki Esraylan.
B- İyi ya daha ne istiyorsun alsana hasta beynimden bir mahkeme.
S- Dur dur dur! Bunu daha fazla sürdürmeyelim. Yoksa bu hastalıktan önce öldürmemi mi istiyorsun kendimi.
B- Sen delisin biliyor musun? Şimdi beni iyi dinle ve sakın lafımı kesme:
Biricisi bu hasta beynin habis tümör hücresi üretmesi ısmarlama olmuyor: olamıyor ne yaparsın. Bir bakmışsın almış seni bulutların üzerine çıkarıp bırakmış, aşağıda ağzından çıkacak tek bir heceyle kendi başını kesecek; bir bakmışsın seni karga tulumba götürüp ıssız bir eve kapatmış; bir av tüfeğiyle ciğerlerini göğüs kafesinden azat edecek. Sen dedin ya hastalıklı beyin diye. Ben ona kısaca değişken kişilik diyorum. Ve emirlerinize amade ediyorum.
İkincisi ben saf falan değilim tamam mı? [Tamam tamam safım işte! Ne yapayım:Öyle yapmacıksız, öyle içten, öyle özgür ve samimi istiyorum ki çevremde hatta dünyanın her yerinde vuku bulan davranışları, dudağıma bırakılan minik bir buseyle yanıyor sanıyorum sanki cehennem ateşiyle bütün iç organlarımı. Oysa o bir an, o bir dürtü, o bir karşı koyamayış içimizdeki ilahi içgüdüye. Sonrasıysa bir sıcaklık, bir huzur, sıkı bir sarılış başkasına ait olan hayali sevgiliye.]
Üçüncüsü ben çıtkırıldım da değilim hanfendi? [Bendeki bu hal sadece gerek aile içinde, gerekse ocak dışında kimseyi kırmak, üzmek istememekten kaynaklanan, ince ve düşünceli bir insan olabilme çabası; insan olabilme çabası
İnsan olabilme çabası…insan olabilme….insan!.....olabilme……..]
Dördüncüsü ŞEFKAT! Daha ana rahminde sevgiyle bakan bir çift göze ve vücudumda ağır ağır gezinen bir çift ele olan açlığı varlığımın: bebeklik, çocukluk ve ergenlik hatta sonrasında da bitmeyecekti şefkate hasret kalan doymazlığım. Ve bilmem inanır mısın: ben hiç babamın kucağında uyuyakalmadım!
Beşincisi arzu!: ki ben her nasılsa bu sohbetteki sözcüklerinde hiç izine rastlayamadım.
Altıncısı daha çok saçmalamalıyım ki daha uzun süre yanımda kalasın. Keza bu gezegende beraber yaşadıklarımın çoğuna göre saçmalık bu yazıyor olduklarım.
Ama ben bunları kağıda kusmasam, bu yabancı hücreler beynimde birikir, birikir ve seni cennete buraya benim yanıma getiren o sevgili ura dönüşürler. Ve kim bilebilir belki de beni buradan alıp daha sıcak bir mekana götürürler. Ve ben yine sensiz yaşamak zorunda kalırım. Bir 28 yıl boyunca daha. Beklide daha da fazla! Can mı dayanır buna?:)
Yedincisi “Bebeğim; ne yazık ki o hastalık seni çoktan öldürdü. Ve sen cennete benim yanıma geldin ki bense senin öleceğini ve buna dayanamayacağımı bildiğim için kendimi hastanenin çatısından aşağı boca etmiştim.” Olacaktı. Fakat ne yazıkki altıncı serzeniş yedincinin foyasını meydana çıkardı.
S- Hakan sen iyice koptun ya! Ne cenneti ne hastanesi? Ben öylesine söyledim hastalık beni öldürmeden intihar ettiricen beni diye. Bak ne güzel gelmişiz pikniğimize, dört bir yanımız meyve ağaçları –Allah Allah buralarda da bu meyveler pek kök salmazdı; her neyse- sağımız şarap ırmağı iç iç sarhoş etmez –şarap ırmağımı; tövbe estağfurullah- çevremizde koşuşup duran ve neredeyse höt demeden alsana … diyecek yakışıklı nuriler ve güzel huriler –huri mi? ne hurisi? Bu işte bir iş var be!- daha ne olsun: ikimizde tamamen sağlıklı ve her ne hikmetse 20’li yaşlarımızdayız. Ve ……..
Ve cennette yan yanayız!!!
Sekizinci “seni seviyorum!”
B- İyi uykular bi tanem bende seni seviyorum!
H.Ö.
CENNET SOHBETLERİ 4
Sen-Bu saatte nereye gidiyoruz?
Ben-nereye gidiyorum diye soracaktın herhal? Sen gelmiyorsun…Bıktım artık bu yapışkanlığından.!
S-yo yo bu sen değilsin; bu senin tarzın değil. Neler dönüyor burada: kimsin sen? Bebeğime ne yaptınız?
B-Hayır canım: saçmalama ne yazık ki bu benim. Ve bir süre yalnız kalmaya ihtiyacım var sadece; öyleki yanımda tanrı bile olmamalı.
S-uzak dur benden pis yaratık: Hakan’ın ağzından asla böyle laflar çıkmazdı. Ne istiyorsun benden, ona ne yaptın.?!
B-pekala sanırım seni kandıramayacağız kadın. Hakan şu anda bir çeşit eğitimde: normal insanlar gibi olmayı öğreniyor. Nasıl beni buraya yanına seni oyalamam için gönderdilerse; onun yanınada ona bol bol acı çektirip kazık atıp olgunlaşmasını sağlayacak, kısaca ona normal bir insan gibi olmayı öğretecek senin bir benzerin gönderildi. Hepsi bu kadar değil tabii: ailesi, çevresi tüm arkadaşları özenle seçildi. En zorlu olanlarından; onu en çok zorlayacak olanlarından. Mesela:
Babasına bakalım: Bu modeli ilk kez deniyoruz. Hatta onun için özel olarak bazı eklemeler yaptığımızı bile söyleyebilirim. Şu anda eğitimin 28. yılında: fakat o kadar kötü bir öğrenciki neredeyse birinci yılındaki davranışları sergiliyor. Aptal değil ama bir türlü neden böyle davrandığına karar veremedik. Bazı olaylardan ders çıkartabiliyor özelliklede içinde direkt insan eli bulunmayan ve ucu başka bir insana dokunmayanlarından. Fakat iş bir insanın canının yanmasına, zarar görmesine, incinmesine geldimi yine sapıtıyor tamamen kendi lehinde ve başarısız kararlar, dibe batışlar, akıllanamayışlar alıyor başını gidiyor…Ne diyordum..ha babası değil mi?: Bak bu modele çok az duygu verdik neredeyse hiç. Ayrıca bununla da kalmadık es kaza Hakan’dan öğrenebileceği duyguları kullanamayacak şekilde ayarladık düşünce yapısını. Zeki yaptık ki Hakan karşısında ezilsin. Fakat yeterince zeki yapamamışız; bu özelliği sadece onun karşısında ezilmesini engelledi. Ayrıca uysal ve kendine zarar verebilecek alışkanlıklardan tamamen uzak bir model tasarladık. Böylece hem Hakan (pek uzun süre olmasada bir süre) hem çevresindeki insanlar onu iyi, haklı ve dürüst bir insan olarak görsünler. Zaten kötü alışkanlıkları olsaydı haksızlığa dayanamama özelliği sonucunda Hakan bir gün işini hemencecik bitirebilirdi. Mesela 19-20 yıl içinde. Düşünsene Alkol alıp ev halkının üzerine yürüyen biri olduğunu. Hemen kapının önüne konurdu ki bu bizim için kesin bir başarısızlık olurdu. Bunun yerine onu; normal insanlara özgü en alasından kabalık, anlayışsızlık, duygusuzluk, bencillik, kendini beğenmişlik, nankörlük, çıkarcılık ve şimdi aklıma gelmeyen bir sürü özellikle donattıkki neredeyse şeytanı bile incitmek istemeyen; inceliğe, duyguya, yaratılan her şeye haddinden fazla değer ve sözleriyle davranışlarına da duygularıyla yön veren bu anormal insanı en zayıf yerinden kıskıvrak yakalasın; sana bana benzetsin!
Yetinmedik ara ara bir sürü arkadaş, sevgili, hoca, dost, düşman, akraba soktuk hayatına onu akıllandıracak olan. Ama nerde!:. Beyimiz her darbede biraz daha inceldi, biraz daha uzaklaştı normal insan olmaktan. İnan bana radikal yanı bu kadar kuvvetli olmasaydı yeryüzünde hiç kimseye en ufak bir zarar veremeyecekti. Evet evet bir kişiye ciddi boyutlarda; gerek maddi gerek manevi epey bir zarar verebildi: kendisine.!:( Ve ne yazık ki bu durum onu normal bir insan yapmaya çalışmamıza köstek oldu. Uzaklaştıkça uzaklaştı insanlardan lakin bir o kadarda yan yanaydı onlarlan. Bu soyut uzaklığı oldu zaten bütün çabalarımızı sonuçsuz bırakan. Birkaç defa kendi kendine “Yeter artık buraya kadarmış bende sizler gibi olacağım!” diye feryat figan ettiği hatta yazdığı bile oldu bunları. Fakat: Hayır! Beceremedi. Dener gibi yaptı çünkü. Sonuçta üzülen, yaralanan, içinden bir yerlerden bir şeyler verip dışından ağlayıp yanından ayıramadığı kağıt kalemini ıslatan yine o oldu gözyaşlarıyla.
Geleceğe endeksli en kuvvetli hamlemizse 17-18 yaşlarında amcası aracılığıyla mühendislik mesleğine sürüklememiz oldu onu. Maazallah ruhuna en uygun meslek olan sanatçılık(müzik, resim, tiyatro, sinema, dans, fotoğraf, karikatür ve edebiyat) okusaydı, yapsaydı ve bu şekilde hem karnınıda doyursaydı ne yapardık. Hiç! Hiç mi hiç şans kalmazdı normal bir insan olması için. Ya da bazen düşünmedim de değil ruhuna uygun bir hayat versek haliyle her açıdan başarılı ve haliyle doygun biri olsa ve azsa azsa sonunda azgınlığının gücü bütün o garip davranışlarını, düşüncelerini tarihe gömse. Ama hayır kibirin “k” si yok ki adamda. Bu tutar yine kendini zedelerdi ve tek fark toplumdaki sınıf farkı olurdu bu zedelemelerde.
Şu ansa tek şansımız ve yıllar önceki sıkı hamlemizin eseri olan Mühendislik mesleğine yönelmesini beklemek ve orada ruhunu yoğura yoğura gerçek bir insanın siluetine benzetmek en azından. Şu ara sanatçılık konusunda çaldığı her kapıyı büyük bir ustalıkla suratına kapatıyoruz ki mühendislik yapsın mecburen. Ayrıca normal insan gibi davranmasını sağlamış oluyoruz. Sanatçılık yaparak karnını doyurmak için ne yapmak zorunda kalacak: “Yalan söyleyecek 1, kalitesiz, duygusuz yapıtlar üretecek 2, yalakalık yapacak 3, kişiliğinden verecek 4, -bak ne oluyor yavaş yavaş normal bir insana benziyor di mi?- hatta kimilerini kırıp üzecek 5, -hahahahhhaaaaa..çok güzel bu…….- samimi görünüp kazık atacak 6, adam satacak 7, kim bilir beklide çalıp çırpacak 8 –işte bu! işte bu! Bu benim: bu benim adamım! Nıhhaahaha! O da benim olacak! Onu da alacağım yanıma! Cehennemimde baş odunum şey pardon bağ konuğum olacak!!! Bana katılacak! Bana…
S-Şeytan! Şeytansın sen imdaaatt!
B-Evet ya o benim hayatım: şimdi gel bakalım kollarıma! Benden kaçamazsın biliyorsun.nıhahhaaaa!
S-Yooo hayır uzak dur benden, rahat bırak beni…
B-Kaçma tatlım hiçbir yere gidemezsin eninde sonunda yakalayacağım seni.
S-İmdaaaat! Nasıl girdin buraya iğrenç yaratık: senin cennetten içeri adımını atman imkansızdı! B-Haklısın hayatım! Zaten bende şeytan değilim! Gel buraya kaçma nıhhaaahahaaa!
S-Dur bi dakika şeytan değil misin? Tabii ya! Hakan Allah belanı versin!! İğrençsin! Hastasın sen! B-Ama bi tanem “Nereye gidiyorum diye soracaktın herhal? Sen gelmiyorsun…Bıktım artık bu yapışkanlığından.!” diye şaka yaptığım zaman bana. “Yo yo bu sen değilsin; bu senin tarzın değil. Neler dönüyor burada: kimsin sen? Bebeğime ne yaptınız?” deyince ve bu fikrinde ısrar edince kendimi tutamadım. Sen en başta gecenin bir vakti dışarı çıkıp bahçemizden sana çiçekler toplayıp yatağımıza sermemi ve sana sürpriz yapmamı engellemeseydin. Şu anda sıcacık yatağımızda ya da ne bileyim mutfakta yemek masasının üzerinde gevşemiş bir halde birbirimizin gözlerine bakarak sevgi sözcükleri söylüyor olacaktık.
S-Oh Hakan çok tatlısın.
B-Hayır bir tanem sen çok tatlısın! Ve BEN HAKAN DEĞİLİM! NIHAAAHHAAA!NIHAAAHAAA!
S-Tamam uzatmada şimdi bana cehennem ateşli bir öpücük ver de yatağa geçelim. Artık dayanamıyorum! Yakışıklı şeytan efendi!
B- Ama Esra Şeytan’a yakışıklı ve efendi denmez ki. Hem ben daha tam azamadım biraz daha fantezi yapalım!
S-Hakan yeter canım ve al dedim şunu sana!....
B-Ama Es…mmmmm…
S-Ah…oh evet…mmmmm…….;)
H.Ö.
CENNET
SOHBETLERİ 5
Birkaç
pişmemiş insan-Hakan kartsız bir arkadaşı sokup kafa çekeceğiz
ucuza ve güzel bir manzara eşliğinde. Askeri giriş kartını
verir misin?
Ben-
Dostlar
sanırım bu soru şu fani dünyadan aklınızda kalmış ve beni
görünce dışarı fırlamış olmalı.
Boşu
boşuna havalara giripte beni üzmeyin.
Sizler
yalansınız;
Bense
GERÇEĞİM!
Gerçeğin
ta kendisiyim. Ne olur artık beni rahatsız etmeyin.
Üzerime
yürüyüp ezmeye çalışmayın.
Alay
edip eğlenmeye kalkışmayın.
Kandırıp
ustaca beni zedelemeyin ilişkimizi.
Aksi
halde:
Daha
fazla sabredemez ve geçersiz, etkisiz kılabilirim sizleri; aynı
birer hiçmişsiniz gibi.
Olgun
olmaya çalışın, kaliteli olmaya çalışın, iyi ve dürüst
olmaya uğraşın:
Aynı
insan sureti taşıyan bir varlığa yaraşır gibi.
İnsanları
kırarak, hayvanlara eziyet ederek
Ve
maddeye maneviyat muamelesi yaparak
Derinleştirmeyin,
harlamayın cehennemdeki nadide yerlerinizi
Ki
hepsi boğazdaki yalılarınıza, özel korumalı lüks sitelerdeki
Apartman
katlarınıza, en eşsiz koylardaki yazlık villalarınıza
NİSPET!
Olarak belirlendi.
Birkaç
pişmemiş insan-Ya saçmalama Hakan: vermeyeceksen söyle: aptalca
anlamsız şeylerle kafamızı ütüleme!
Ben-Sanırım
siz daha nerde olduğunuzun farkında değilsiniz!
Hadi
izin benden:
Şöyle
kaldırın kafanızı ve seyredin:
O
sahte ve kısacık hayatta; siz ondan çalıp çırptıktan sonra har
vurup harman savururken
Fakir
bir hanede; kah iyi eğitilemeyen, kah yeterli beslenemeyen, hele
gönlünü hiç eğleyemeyen; her an gelecek endişesiyle yaşamaya
çalışan
Ya
uzaktan, yada televizyondan gıpta ile sizi izleyip azap çeken
Fakat
yinede içindeki ezilmişlik ve olanca dürüstlüğüyle, iyiliğiyle
Bir'liğe yönelen o gerçek insanları seyredin!
Sahte
dünyada sizin kat kat günahlar işleyerek, haramlar yiyerek
yaşayabildiğiniz huzurun bilmem ki kaç katını duyarak
yaşayacaklar sonsuza dek.
Seyredin
ve acı çekerek ağlayın!
Birkaç
pişmemiş insan- Hassikktiirrrr! Eşhedüenlailahe…..aaaaaaaAA…
Ben-
Aaaa…ya..artık çok geç dostlarım. Sahte dünyadan harladığınız
ateş sizi bekliyor..İlahi adalet!
Birkaç
pişmekte
olan insan- Durun yapmayın, bir şans daha verin..aaaaaaa….aaacıyın
bize…aaaaa…
H.Ö.
CENNET
SOHBETLERİ 6
MONOLOG
Her
gece yatağa sensiz girmekten bıktım inan bana. Ama sen şimdi
benle hiç girdin mi ki de bensiz girmekten bıkasın diyeceksin. Ben
de olsun; yatağıma uzanıp bir off çekip e-s-r ve a harflerini
malum sırayla dizmiyor muyum beynimde ve hemen kah önüne kah
ardına eklemiyor muyum onlarca ünlemi, sıfatı, soru kelimesini,
cümleyi…: diyeceğim sana…:
Esra,
nerdesin!?
Bana
ne yaptın Esra?
Esra:Gel
uyut beni; dayanamıyorum artık tam 3 gün oldu sen otobüse binip
arkana bile dönmeden çekip gideli!
Zeytinli
poğaça ve o ismini bilmediğim tatlı beni bu kadar etkilememeli.
Yoksa sahiplenilemeyişin ve sahiplenmeyişin mi çarptı beni; aç
karna farkına varınca bu özelliğinin. Evet evet bana sık sık
bir şeyler yemem gerektiğini söylemiştin. Ama ben sana sevişme
aralarında iştahsızlık çektiğimi söylememiştim. Sanırım
azgınlığıma şey pardon dalgınlığıma denk geldi.
Şimdiyse
kendi kendimi tatmin ederken en çıplak hayallerimi süslüyor
bembeyaz bir tenin örttüğü o nadide bedenin.
Kalabalık
yerlerin mahrem kadını:
Ve
tekrar tekrar söylüyorum adını.
Çözmeliyim
artık beynimde tıkanıp kalmış düşünceler yumağını:
O
nişanlı-ben yalnız
Ben
bağlanamam-o bağlı
O
gece benimle sevişip yanı başımda uykuya dalamaz-ben üzgün
Ben
onu son hücresine kadar tanımak isteyen-o sanki kafama pisleyen…bir
güvercin; bir talih, bir esenlik doyasıya üzerime esen:.. sen!
Bütün
gün seninle sevişmek isteyen ben.
Ve
gece yarısı çağrılarımı cevapsız bırakan sen!
En
savunmasız, en acı çektiğim, varlığımla yetinemediğim,
pencerenin ardındaki karanlıkla aydınlanmaya çalıştığım,
aynada kendi yalnızlığımı seyrederek ağladığım, seni hayal
etmelerin yetersiz kaldığı anlarda; tüm gece boyunca bir-iki
elektronik notayı benden esirgeyen sen!
Sen,
sen, sen….
Tarafsız
bakamıyorum sana; aklım hep ulaşamadığım göğüslerinde,
hırçınca mıncıklayamadığım kalçalarında hatta hatta
bıkamayana kadar öpüp her yanını emmek istediğim ayaklarında.
Ya
o bıyıklı dudaklarımla yalamamı hayal ettiğin en baba erojen
bölgen. Ve bu bölgede serseri mayın misali bir ileri bir geri, kah
sağa kah sola gidip gelmek dil darbeleriyle aynı senin
inlemelerinin ses kasası olan uzayda yaptıkları gibi.
Sen
de istemez misin üstünde kendini unutana kadar gidip gelmemi.
İkimizde
defalarca boşaldıktan sonra el ele, göz göze dalamaz mıyız
uykuya sanki hiç ayrılmayacakmışız gibi.
Ama
hayır ben tek başıma odamda bunları üretirken hastalıklı
beynimde. Ve ancak bir telefon çağrısı olarak ifade ederken bunca
hayali. Sen ustaca, umursamazca, belki de gerçekten uyuyakalarak bir
kez daha sensiz bırakıyorsun beni.
Hani
benim cevabım, hani benim ilgim, hani benim; beni, her yanımı
elleyenim, beni tümleyenim…diye diye sayıklayarak temelsiz
düşüncelere itiyorum kendimi. Süzülüyorum.
Neden
diyorum yaşamak zorunda kalıyorum bu fendi.
Ve
sana bir soru yöneltiyorum sanki gerçekleştirecekmişim gibi:
Sonraki
dünyada vücudunun her yerine batırılan paslı çiviler eşliğinde
mi çığırmak istersin bana olan tutkunu anlatan ahlaksız
şarkıni?:)
Yoksa
beni ilgiye, sevgiye ve şefkate boğup:
Cennetteki
buluşmamızda bir fantezimizde mi vücudunda istersin paslı
çivilerini?
H.Ö.
CENNET
SOHBETLERİ 7
Zebani
elinde bir avuç paslı çiviyle; geleceği şu durumda geçmişinden
de karanlık görünen cinsi latife doğru ilerledi:
Zebani-
Hiç mi sızlamadı yüreğin; yüreğinin içine yalnız seni
sığdırmış bir cinsi kabayı ezip geçerken. Seni ona dünya
azabı çektirmek için görevlendirdiğimizi de hatırlamıyoruz.
Ama maşallah işi bu olanların başaramadığını neredeyse 1
haftada başardın.
Sen-
Ama efendim:…
Z-
Dur dur bırak “efendimi” şimdi bu zavallı kaçıncı kurbanın
kim bilir. Bu biraz dünyevi bir yaklaşım oldu: Bu çocuk tam 69
uncu tabii bunu biliyoruz. Lakin bilerek mi denk getirdin, tesadüf
müdür belli değil. Ama eleman da 69 hastası. Bu sayıya
bayılıyor. Bitiyor bu pozis… şey sayı için.
Esra-
Ne olmuş bende çok severim bu sayıyı.:)
z-
Her neyse. Sen tabii bu güzide insanı, bu çok pişmiş zatı
muhteremi; uzaktan baktın baktın bi boka benzetemedin: Karamürsel
sepeti hesabı(Ulan bu senaryoda bi terslik var ama hadi bakalım)
Kendi kendine dedinki ben bununla kedinin fareyle oynadığı gibi
oynarım.
E-
Ama efendim: yanılı…
Z-
Sus bi sus ta dinle yoksa öbür yanda da car car car konuşupta mı
mahvettin çocuğun hayatını. Bu ne be ya biraz daha konuşursan
zaten bizim takıma alacağım seni. Bi ayar yapıp dünyaya insan
caydırmaya göndereceğiz hak yoldan. Şaka şaka! En okkalısından
bir azap seni bekliyor. Aynı senin dünyada uyguladığın
acımasızlıkta.
Ben-
(Fısıltı ile) Tamam oğlum ya suyunu çıkarma biraz korkut dedik
sadece.
Zebani-(fısıltıyla)
Tamam ağabeycim bi sus şurda kaptırmışız rolümüze kendimizi.
Biraz da zevk alalım değil mi? (Yüksek sesle) Ne o tırstın de
mi? neden susuyorsun konuşsana!
E-
Efendim siz sus diye gürlemediniz mi az evvel; susuyorum işte.
Ben-
Ah be ne soğuk kanlı, sana cevap verirken ne kadar da heyecanlı;
canım benim!
E-
Pardon anlayamadım?
Z-Sana
demedim şeytanın uşağı.(fısıltı ile) Bana bak sen iyice
yumuşadın hatunu görünce işin bokunu çıkaracaksın, sen git
bir dolaş gel ben biraz daha sıkıştırıp bırakırım hadi anam!
Hadi Hakancım!
Ben-(F.i)
Ama Taner çok tatlı ya hiç ayrılasım yok yanından…
Z-
Yürü be oğlum! Hem ben iyice sıkayım, üzeyim sen gelip teselli
edersin.
B-E
tamam bari. Bana bak çok yüklenirsen külahları değişiriz.
E-
Baksana senin adın ne? Dünyadan birini hatırlatıyorsun bana. Evet
evet şu boynuzları, pelerini ve keçi sakalını çıkarıp
toynaklı ayaklardan da kurtulduk mu; sanki aynı neydi şu çocuğun
ismi ya?!
Z-
Canım nereden çıkarıyorsun şimdi bunları; ehem şey yani kes
sesini kötü ruhlu orospu!...vs…
E-…vs…
Z-…
E-….
….
Sigara alır mısın hayatım?
Z-
Vay be şuraya geldim geleli böylesini yapmamıştım. Alırım
tabii bir tanem!
Yaklaşık
yarım saat sonra dönüyorum:
Ben-
Aman tanrım bu olamaz.; Yani bu tür şeyler dünya da olur ve
sigara teklif edilen taraf hep ben olurum. Hem de en iyi dostumla en
hayran olduğum kız arkadaşım. Bu nasıl olur! Bunu bana
yapmayacaktınız ulan bittiniz siz!
Belimdeki
14’lüyü çekerim ve Esra’yı vururum. Tam bu sırada Taner
bağırmaya başlar:
Ben-
Biliyorum hayvan. Zaten ben de seni beni sattığın için, onu da
spor olsun diye vuruyorum. Burası cennet ağabeycim bi bok olmaz
size nasıl olsa. Birkaç gün sonra yine ortalıklarda dolaşmaya
başlarsınız.
GEBER KÖPEK!
DAN! DAN!
:))
H.Ö.
CENNET
SOHBETLERİ 8 (+18) :))
Ağır
ağır çimenlere uzandım. O ise; karşımda erkek köpek oturuşuyla
oturmuş öğlen zanax aldığını söylüyordu. O an dudaklarına
kenetlenip bir daha hiç bırakmamayı geçirdim aklımdan. İsmi bir
miktar çiçek topluluğu anlamına gelen buluşturucumuzsa iş
yerinde gerçekleşen ve beni o an hiç ilgilendirmeyen
saçmalıklardan bahsediyordu; sıkıntıma sıkıntı, çaresizliğime
çaresizlik katmak için sanki. Son bir gayretle sırt üstü yatıp
gözlerimi kapattım ve onun dudaklarını dudaklarımda hayal ettim
15-20 saniye kadar. Ki bunun bir hata olduğunu nereden bilebilirdim.
Ben onunla ilgili bu tür hayaller kurarken o bana:
-Hakan
saçlarına ne yaptın böyle; iğrenç olmuş
Yada
bu tarz şeyler söylemekle meşguldü ve bu halime hala
inanamıyordu.
Beklide
tek yapmam gereken:
-Burcu
birkaç saniye; yok yok şunu birkaç dakika yapalım; arkanı dönüp
kulaklarını da tıkar mısın?
Deyip
üzerine atlamaktı. Ve bir iki öpücükten sonra Burcu'ya:
deyip oracıkta el ve dil
yordamıyla seni bulutların üzerine o gün seni görünce benim
gittiğim yere; yanıma almaktı.
Ama ne oldu? “Keşke şimdi
yalnız kalabilseydik” diye geçirdim içimden. En fazla “Acaba
kulağına eğilip tuvalete git bende arkandan geleceğim orada bir
kabinde sevişiriz 5-10 dakika da olsa diye kışkırtsam kışkırır
mı ki” şeklinde kendimi kışkırtmaya çalıştım.
Ama ne oldu?
Her zamanki gibi hiçbir şey! O
da yanlış teşhisti sanki. Deli değildi; benim durumumu
anlayamıyordu o da milyonlarcası gibi.
Kendimi
zorlayarak gün boyunca başlarından geçen olaylardan ve ismi bir
miktar çiçek topluluğu anlamına gelen arkadaşımla olan
hatıralarımızdan; ortak dostlarımızdan bahsettik. Ama bir süre
sonra sol tarafımda bir martının kanat çırpışı gibi bıcır
bıcır sallanan bir yandan da aynı bir martı misali bembeyaz bir
çift yürüme organı gördüm. Aslında buna tam olarak gördüm
denemez: avına odaklanmış öldürmek için tasarlanan gibi
izlemeye aldı içimdeki şehvet bu iki şirin sevişgeni: Ben de
onlara katılmak istiyordum. Sahipleriyse davetkar ve muzır
bakışlarıyla daha da kışkırtıyorlardı içimdeki şehveti. Ona
sadece “şunları sallamayı keser misin dikkatim dağılıyor”
diyebildim.
O
ara hayal edebildiğim ilk şey kendisinden istediğim selpak mendile
bir miktar kloroform döküp ismi bir miktar çiçek topluluğu
anlamına gelen arkadaşımı kısa ve rahat bir uykuya yatırmaktı.
Kararan havanın da yardımıyla az ilerdeki beton yapıya doğru
ilerledik martıların sahibiyle birlikte. O duvara yasladı sırtını
bense martılarını sevmek, öpmek ve yalamak için ikiye katladım
dizlerimi. Bir süre martıları sevindirdikten sonra pantolonla
kaplı diyarları geçip ince bel ve göbek deliği ikilisinde
oyalandım, sıkılınca ikiz tepelere tırmanıp martıların
sahibini biraz daha heyecanlandırdım. Bu arada hemen iki üç metre
ilerimizde parmaklıkların arkasındaki yoldan insancıklar hafif
inlemeleri duymamazlıktan gelerek ve yollarına devam
edebiliyorlardı. Sahibin boynuna doğru yönelirken onun ellerini
sıkıca duvara bastıran ellerimden birini iç çamaşırının
içine sokmuştum bile. Fakat en duyarlı bölgeyi uyarmakla görevli
elim merkeze ulaştığında bana o bölgelerin bir çöl kadar kuru
ve ıssız olduğunu rapor edince biraz bozulmuştum. Yinede yılmadan
keşfe devam ettim. Tam o sırada bende pantolonumun içinde bir el
hissettim. İlk anda anlayamadığım şeyse sahibin bir eli benim
diğer elimde, bir eli saçlarımdaysa bu el kimin eliydi yoksa
üçüncü bir eli daha mı vardı. Ve birden işe karışan bir el
daha fermuarımı indirip bana oral seks yapmaya başladı. Bu ise
ismi bir miktar çiçek topluluğu anlamına gelen arkadaşımdı. Bu
arada sahibin inlemeleri iyice artmıştı ki yoldan geçenler bariz
bir şekilde bakarak, ne olduğunu anlamaya çalışarak geçip
gidiyorlardı. Islandı ve kalkanları şişti merkezin, tepelerin
zirveleri sertleşti iyice, yüzü kızardı sahibin, hakim olamadığı
bel hareketleri eşliğinde boşaldığını hissettim bir tanemin.
Bense ismi bir miktar çiçek topluluğu anlamına gelen arkadaşımın
günlük protein ihtiyacını çoktan gidermiştim. Birbirimize
birbirinden güzel sözler sarf ederken bir yandan da minik öpücükler
bırakıyorduk vücutlarımıza..
İsmi
bir miktar çiçek topluluğu anlamına gelen arkadaşım- Üff Hakan
sen beni dinlemiyorsun. Sıktık galiba beyefendiyi.
Esra-
Biz gidelim istersen artık yanımızda gözün açık uyumaya bile
başladın. Hem bak iki saattir dizlerimdeki başına ve sana şefkat
gösterip duruyoruz. Ohhh ne rahat!
Ben-
Haasssiktirrr ya rüyaymış!
H.Ö.
CENNET
SOHBETLERİ 9 (+23)..:D
Ben-
Ah şeytanın kızı! Mühim değil yalnızlık kılığına girmiş
bir kurt misali kanlı dişlerini tekrar tekrar vücuduma geçirişin.
Ölüm yok ya ucunda?!! Yok di mi?
Sen-
Ne yok?
B-
Sevgiyi, saygıyı bu defalık bir kenara bıraktım..
S-
Eeee…?
B-
İhtiras yok, şehvet yok, seks yok.
S-
Oysa benim tek yapmam gereken bunlar olmalıydı değil mi? Sen beni
kesin; para verip karşılığında şehvet ve seks aldığın
orospularla karıştırdın. Ben senden çılgınlık istiyorum,
fantezi istiyorum; nasıl olur bilirisin; sana daimi bir surat
gülümsemesi bahşedeceğim ama sende bana ruhunu vermelisin.
B-
Bence şeytanın kızı rolünü kim bilir kaçıncı kez piç
edişin.! Yıkıl karşımdan: erkek arkadaşını bizim; ikimizin
sevişme masasına çağıran. Korkarım gerçekten kararsızlıktır
sana bunu yaptıran. Ama bir dahaki buluşmamızda orgazm olmaktan
buna vakit bulamayacan.
S-
Beni tatmin etmeni de kim istedi, sen ki en mahrem hayallerimize
birleştiricimizi karıştıran.
B-
Yapma kedicik: harcama beni saçma sapan bir rüyaylan. Hem ben
bilerek mi gördüm onu, bu sadece bize beynimin bir oyunu. Siz gelip
bana üçlü takılalım deseniz hiç o tuzağa düşer miyim ben?!
Şey yani öyle şeye gelemem! Benim için varsa yoksa sen!
S-
Ya Birce’ye ne demeli?
B-
Vay adi: ağzında laf ıslanmayan bir miktar çiçek demeti.
S-
Ya Sen kiminle dans ettiğinin farkında değilsin daha. Birce’ye
ilk görüşte aşk, defalarca buluşma, üstüne üstük sayfalarca
yazı daha. Oyuncak mı lan bu?
B-
Ama sahip! Böyle bir ilişki yaşamam tanıdığım seni rahatsız
etmezki. Aksine yine gelip seni, vücudunun her yanını öpüp
koklamak için yanıp tutuşmam seni daha çok tahrik etmeli. Evet
evet Pazar günü için ayarladığım evi bir an önce yine hazır
etmeli ve seni o evin her köşesinde tahrik edip orgazm halinden
geri bir adım düşürmemeli. Hadi gel artık yanıma; bu iki benden
saatlerce sevişmeli: Çankaya’daki porno vcd satıcılarının
çığırdığı gibi: emmeli-gömmeli.:))
S-
Sen ne uyanıksın öyle. Ya aynı yazıları ısıtıp ısıtıp
karılara verip, bambaşka bir çapkınlık yöntemi uyguluyorsan. Ve
bende kurbanlarındanımsam. Hatta bu yazıları sen bile
yazmıyorsan. Bir yerlerden bulup buluşturup dağıtıyorsan…vs..
B-
Aaa uzattın ama: bu kez söylediklerin doğru değil.! Bunu sende
biliyorsun. Hem doğru olsa bile senin umursamayacağını da ben çok
iyi biliyorum. Nazlanma artık: al dedim şunu sana!:))
S-
Ohh bir de dalga geç bakalım. Neyseki ben her zekice espriyi
anlayanlardanım.
B-
Bu yüzden sana hayranım.
S-
Ver dedim şunu bana!
B-
Tüh yazının başındaki yalnızlık kılığına girmiş kanlı
dişleri olan ve bana vahşice saldıran kurt benzetmesini senin
üzerinde unuttum. Hey fenada durmadı hani. Önce bir dudaklarımı
ısırsan hafif hafif; öpüşürken. Sonra daha hafif dişlemelerle
göğüs uçarlımı yiyip bitirsen. Bir yandanda tüm gövdeme
gelişi güzel pençelerini geçirirken. Ve finalde en hafif
dişleyişlerle; küçük Hakan lakaplı; saatlerce sevişmeye
takatli, en mahrem yerlerin tek fetihçi kralı, şahlandımı inmek
bilmeyen
benle tam bir uyum içinde yaşayıp giden arap atımı mutluluğa
erdirsen.
S-
Karşılığında sen de küçük Esra ve arkadaşlarını ağzında
ağırlamak zorundasın.
B-
Olamaz yoksa sen bir ….
S-
Şaka tabii ki Hakancım.:ağzının içine alabileceğin senin
düşündüğün tarzda bir şeyimiz yok hayatım. Fakat mevcut olan
dış dudaklara, iç dudaklara, vajinaya ve en önemlisi klitorise
gereken saygıyı sunmalı ve hepsini kavgasız gürültüsüz,
ayrımsız uyarmalısın. Anlaştık mı?
S-
HAkan.!! Hey bu ismindeki ilk “A” nın Halide ne böyle. Seni
yaramaz çocuk!
B-
Güzellik sen şöyle yavaşça uzan, üstündekileri parçalamama
izin ver ve bacaklarını sonuna kadar bir arala bakalım: bakalım
neler yapabiliyoruz. …mmmm….
S-
Oh…ah..aha..aaahh..ohhhh…mmıııhhhh..ıh..ıh…aaaayyyyt….hıh….
B-
..mmmm…mmmmm..mmmmm…
Yönetmen-
TAmAm Kes. Kes! Bu ne biçim oyunculuk bu kAdAr gerçekçi oynAnır
mı bu sAhne siz ne yApmAyA çAlışıyorsunuz….
Biz-
MurtAzA abi: senin “a” larda da bi kıpırdanma var galiba! Şu
hale baksana…….
H.Ö.
CENNET
SOHBETLERİ 10 (EN SON)
Ben-
Valla aslına bakarsanız 9 numaralı sohbete kadar çok şey
yolundaydı. Tamam bir ara ufak bir sorun yaşadık ama; soğukluk
gibi, anlaşamamak, uyuşamamak gibi kafaca; bu aramızdaki çekimi
pek etkilemedi….dır…dır…dır……
Gazeteci-
Hakan bey; biraz atmıyor musunuz? Buralarda kimse bunları yemez.!
B-
Ehem tabii birkaç cümlem sürçmüş olabilir. Düzeltmem
gerekirse: alışılmadık bir şekilde; kontrolsüz ve gayet hızlı
yakınlaşmamız aslında onun kontrolünde ve bilinç düzeyinde
gerçekleşen bir çeşit deneme mi demeli, kaçamak mı..Her ne ise
o tarz bir şeymiş. Bu yakınlaşmanın hat safhada olduğu
zamanlarda dile getirilen daha hat safhalara ulaşma arzusu ve bunun
gerçekleşememesinden duyulan stres ise tamamen yalanmış. Ve ben
yalana, aldatılmaya, sahte samimiyete asla dayanamam, taviz veremem.
G-
Hakan bey biraz aşırı tepki göstermiyor musunuz? Bu celallenmeniz
sakın Esra hanımın da Birce hanım gibi yanlış teşhis
olmasından kaynaklanıyor olmasın. Dolayısıyla; sizin ölene dek
aşksız ve eşsiz yaşayacağınız gerçeğine bir adım daha
yaklaşmış olmanızdan?
B-
Arkadaşım sen ne sivri dilli adammışsın ya! Ne işin var senin
burada, nasıl girdin içeriye; helal olsun yani; torpilsiz falan.
Şimdi konuya dönersek gazeteci arkadaşım sözlerinde % 90 haklı.
Asıl sinirlenme nedenlerim söylediği nedenledir. Bunlara ek olarak
aşka, sekse, en önemliside şefkate kııırrk yılda bir
gerçekleşen heveslenmelerimin bir anda kesilip atılmasıdır.
Başka
bir Gazeteci- Peki şimdi ne yapacaksınız?
Ben-
Arkadaşlar! Şu an ciddi ciddi gerek yakın arkadaş gerekse sevgili
açısından yalnızlığa mahkum bir uyumsuz olduğumu düşünüyorum.
Bu da beni yer yüzündeki her şeyden soğutup yaratıcıya biraz
daha yakınlaştırıyor.Ne dj, ne yazar, ne komedyen, ne müzisyen,
ne fotoğrafçı, ne ressam hiçbir şey olmak istemiyorum. Sadece
benim gibi 1-2 uyumsuzu alıp ıssız bir yerde her dakika yaratıcıya
biraz daha yaklaşarak ecelime ulaşmak istiyorum. Bazen de şu anki
konumumda bile kimsesiz, muhtaç insanlar için organizasyonlar
düzenleyebilecek biriymişim gibi hissediyorum ama değilim. İşte
bunu becerebilseydim eğer; alternatif amacı; hayalim bu olurdu.
Bambaşka
bir gazeteci- Esra ya da Birce ile ilgili söylemek istediğiniz bir
şey var mı?
B-
Esra: kedicik! Onunla aramızda geçenlerin raporunu yukarıda
verdim. Fakat son olarak eklemeden geçemeyeceğim bir şey var ki:
İki saat ona ruhumu anlatmama rağmen finalde: “Hadi sen artık
git! Rezzan sen varken banyo yapamazmış..vs” şeklinde aptalca ve
beceriksizce bir yalanla ve arkamdan ne olduğunu anlayamayan “neden
gönderiyorsun şimdi çocuğu?” diye cümleler kuran Rezzan’a
benim gözümde duruma hiçte uygun olmayan gülümsemeler, mimikler
fırlatarak beni kapıya kadar geçirmesi ve ardındanda pişmiş
pişmiş “biz birbirimizi anlıyoruz..vs..” tarzında cümlelerle
aramızda ki pamuk ipliğini paramparça etmesi inanın beni şok
etti ve acayip sinirlendirdi. Aslında ne demişler “her iyiliğe
mutlaka bir kötülükle karşılık verilir”. İncitmemeye dikkat
ettiğim karıncalar ne yapıp edip niye bana bir yamuk yapmıyorlar
diye bazen saatlerce düşünüyorum. Birce: Biricik! ona oturaksız
yazılarımdan birinde demişim zaten diyeceğimi cümlelerin hepsi
yerli yerinde.
Gazeteci-
Pişman mısınız?
B-
Bilmiyorum! Şu an geçmişe değil sadece geleceğe bakmalıyım.
Yoksa sonumun meçhullüğü bir tek yaratana ayandır ki bu tür bir
son benim yaratana karşı utancımdan başka bir değer
taşımayacaktır; gerek bu dünyada gerekse ahirette. Geldiğiniz
için çok teşekkürler arkadaşlar!
Tv
Spikeri- Sayın seyirciler dünya hayatının en başarılı
uyumsuzlarından cennetimizin ise en başarılı iş adamı,
tiyatrocu, aktör, yazar, müzisyen, fotoğrafçı ve ressamlarından;
aynı dünyadaki İbo, Hülya vs gibi..komple bir sanat makinası;
insanı olan Hakan öncü ile dünya hayatındaki bir iki uyum
denemesiyle ilgili basın toplantısını dinlediniz. Yayınımıza
şeytanın kızının cehennemde bugün gördüğü işkencelerle
devam ediyoruz….
???
H.Ö.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Murtaza-
Eee sen nasıl öldün anlat bakalım.
Ben-Arabamın
arka kapısı açıldı ve karanlık görünüşlü biri içeri girip
oturdu:
Azrail!;Evlat
bizi ölüme götür!
Gerisini
hatırlamıyorum.:))
H.Ö.