14 Ocak 2014 Salı

deneyler...

Canındaki Benler

Her biri bir öncekinden daha orospu duygularla sevdim seni.
Sensizlik korkusuyla titreyen ağlangaç kapaklarım;
Kendiliğinden düşen göz yaşları hayalleri kurarken
acaba pezevengide ben miyim bu orospuların diye endişelenirdi göz yaşlarım..
Oysa her zamankinden daha şerefsizce değildi para karşılığı seni mutlu eden duygularımın bana verdiği ağlanılası tatmin
Ve ona tapınmalarım!!!

Eskimeyen bu ayinler olsaydı keşke sana olan nefretim yerine.
Bir yan böğürürken kızıl notalarla örsüme, üzengime: “unutmalısın” diye
Çekicim parçalanana dek direndi sanki;
Salak, romantik bir aşk delisi kendisi ;)
Diğer yan diretti de diretti:
“sev beni!....... Ve bir daha, bir daha,........ biraz daha sev beni!

Bir vuruşta kılı kırk yaran bir sevmeydi benimkisi
aldığın nefes verdiğin nefese eşitmiydi!!!
Peki ya kokusunu bile bildiğim kalp kapakçıklarının sistol ve diastol zamanlarında geçmesine izin verdikleri kanındaki alyuvar miktarı....
hadi bunları siktir et!:
Mutluluğun huzurlu muydu ve...
üzüntülerini uşağım olmaya ikna etmek için neler yapmalıydım???..
.....................Düşündümde.............................:
Belkide hiç vurmadan kılı kırk yaran bir sevgiydi benimkisi!!!

Kısa sürede ülkenin en çok ve iyi işleyen genelevi haline geldi kalbim: tam istediğim gibi..
Aşkımın tapınağı kendini yerden yere vuran benlerle dolup taştı;
gözlerinin feri yaşanılan tatminlerden sönmeye yüz tutmuş müritler....benler....
şıhına şeyhine kurban....
Galiba hiçbir zaman yetmeyen birşeyler oldu bana:
sana yetmeyenlerimin aksine; çıldırmışçasına soyut!
Haketmemişçesine lakayıt!
Söylemesi zor:.....
sevgin kadar az....
“Canındaki benler!”

(devam edecek...:)




Ev yapımı Zindandan kaçış çalışmaları....

1.
Yalnızlığıma ölüm hatıraları işledim.
Zihnimdeki komünist yolcuları kendi sinapslarımla fişledim.
Ne neronum titredi nede korteksim bunu yaparken.
Bir hiç uğruna ölmüş heplerden kabus kapanları yapıp astım kapıma.
İçime giremeyen korkularla ördüm pencerelerini yaşam evimin.
Gerçekler sızdı parmaklıkların arasından..
canımı almak için...
Bense hala ve sadece;
Yalnızlığıma ölüm hatıraları işlemekteydim.
2.
Rüya kapanlarıma kabuslarım yerine umutlarım takıldı.
Gerçek ve yalan birbirine karıldı.
Öcü alınmalı ve alınacak dedi:
Sahteliği tanrıdan bile şüpheli efendi!
Umarsız güruh teslimiyet sesleri ile gürledi.
Oysa en fazla bir şerefsiz değerinde bu geleneksel gösteri.
Devam etmemeli...DEVAM etmemeli!!!
Perde ite kaka kapanırken selama tek bir palyaço bile gelemedi.
3.
Paramparça vücutlar ve dahi ruhlar.
Sahneyi yıkmış efendi; heybetli ve kaddar.
Kalan son enerjimle korumaya çalıştığım evimden;
Bu katliamı zorla izlemek mi?
Teba'ya katılıp giderek işkenceye son vermek mi?
Ya da efendinin kahyaları gibi;
Güzel bir “canilik” oyunu sergilemek mi?
.....................
4.
Terimden geleni ardıma koymadım ama
Önleyemedim, söyleyemedim yüzülen teni
Ve gördüm ki içimde kalan yeri
Hücrelerimize işlenmiş hakikatin temeli
Yemeli, içmeli, sevişmeli tutarsızca..
Asırlarca geriden gelen zekalıları önemsememeli!
Erimeli, ermeli, sevilmeli, sevmeli...

Hemideee emmeli gömmeli!!!!
:p

Rapaytzma


sept/2014



KARTVİZİT

Bir sabah mesanem beni zorla uyandırdı. Dün akşam yine çok içtin dimi yine; seni baş belası. Diye söyleniyordu bir yandanda. Bense yarım ağızla:
-Len ne şom ağızlısın, bak hiç aklımda yoktu. Nereden çıkardın şimdi içkiyi. Bu gece devireyim bari bi ufak. Sadece, yatarken çok susamıştım bir bardak su içip yattım be gülüm. Seni sıkıştıran o olsa gerek…diye kendimi savunuyordum serseriye.
Mesanem- Oğlum senden adam olmaz. Gerçi bunu bir tek ben değil bütün organların söylüyor ama: Sen-den- a-dam-ol-maaaazz! Bilmiyor musun gece yatmadan önce bir şey içilmiyiciğini? Biliyorsun köpek gibi.
Beynim- Sabah sabah üstüne gitme adamın yine başlayacak: “29 olduk bi bok yok, kimler ne seviyelere geldi şu halimize bak, ama ne yapayım ben mühendis olamıyorum; ben sanatçı ruhlu hatta bedenli bir adamım; sanatın her dalı beni çekiyor; yoksa çoktan iyi bir mühendis konumuna oturtmuştum kendimi; ulan vasat değilim diye yıllarca kendimi kandırdım ki bu işe olan antipatim vasat bir mühendis olmamı bile engellemiş haberim yok, keşke devlete girseydim be zamanında dır dır dır mır mır dır…diye beni zorlayacak bende mecburen dalakla, karaciğere dönüp: domalın ibneler şey yani uyanın arkadaşlar sanırım stres hormonu üretmeniz gerekiyor diyeceğim..
Midem- Ve olan bana olacak değil mi?
Bağırsaklarım- He valla! Ucuda bana dokunacak.
Kalbim- Çocuklar hepinize günaydın!
Diğerleri-Günaydın hoca!
Penisim- Ne var ne yok? Çalıştırayım mı seni sabah sabah ha?:) Ne dersin biraz egzersize sabah sertliği ayağına.
Kalbim- Yok yok dur şimdi, kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Har yanım sancıyor.
Ben- Hadi len! Sizde kapatın çenenizide biraz daha kestireyim. Gece kim bilir kaçta uyudum.
Dötüm- eh be bilader; nedir bu senden çektiğimiz. Mesane ayrı çeker ben ayrı. Boku gazı tutucam diye canım çıktı iki saattir. Ohh beyimiz rahat hiçbir şeyden habersiz fosur fosur uyuyor. Beyin desen yok uyandırayım mı, biraz daha uyusa mı; gece geç yattı…falandı filandı. Yetti be bırakacam şimdi yatağın ortasına göreceksin ebenin çarşafını.
Beynim-Hüüop ayıp oluyor ama.
Mesane- Ne ayıp olacak lan! Adam haklı siz uğraşmıyorsunuz tabi bokla püsürle. Gelde bi gün tut bakalım ne kadar tutabiliyorsun.
Kalbim- Çocuklar lütfen. Bari siz yapmayın. Beyincim sende “Zıtçık mıçtık diye düşünmeyi bırakta biraz olumlu şeyler düşünmeye çalış hayatım. Bak cidden iyi değilim.
Beynim- Ne yapayım elimde değil. Hakan’a söyle sen bunları. Adam resmen ölmek istiyor. Organlarına hükmedebilse çoktan leş sineği yavrularına mama olmuştuk. Neyse ki çük bile kendi başına buyruk.
Penisim-Çüş sen kime çük diyon lan: yavşak!
Beyin- Buyrun buradan yakın. Aslında haklısın. Yakmayın yakmayın durun: bir çükten ne bekleyebilirisiniz ki.hıh
Penis- Ulan 50 santim daha uzun olacaktımki. Ağızdan girip senin ananı avradını.
Ağız- Sen nereye giriyon lan. Doğru düzgün konuşsana kızım.
Burun-Ay ne olacak canım bırak giriversin. Ay çok lazımsa bana gir hayatım.
Kulak- Allah’ın topu!
Burun-Duydum seni. Beni daha çok karıştırıyorlar diye bozuluyorsun di mi? Sana iki günde bir giriyorlar o da banyoda içini temizlemek için. Oysa bu sanatçı eller her dakika yeni sanat eserleri üretip masanın altına ve muhtelif yerlere yapıştırıyorlar benim içimden aldıkları ham maddeleri kullanarak. Aynı bir heykeltıraş edasıyla.
Kulak- Aman ne güzel. Ben senin gibi yumuşak mıyım her gün yüz kere içime girip çıkmalarını isteyim. Yarabim bunun ne işi var aramızda anlamadım ki.
Kalbim-Çocuklar sanırım bayılacağım.
Ben- Tamam tamam! Hepiniz kapayın çenenizi. Aklımda birkaç cümle bir şeyler var onları yazayım gidip hemen zıçacağım sonrada yemek yiyip mastürbasyon yaparım hepinizin gönlü olur. Tamam mı?
Penisim- Önce mastürbasyon yap!
Dötüm- Bok!
Mesanem-Çiş!
Midem-Yemek!
Burun-Hayır Heykel yap önce!
Kalbim- Topunuzun mına koyyim. Geberiyoz burada itlerin uğraştığı şeye bak.
Ben- Yav bi susun be. Nedir bu sizden çektiğim bir günde hep beraber hareket edelim. Her kafadan bi ses çıkıyor. Bitirdiniz lan beni. Ama suç bende demokratiklikmiş. Laiklikmiş. Bilmem neymiş sizin neyinize. Ah ben ne salak adammışım. Bundan sonra gösteririm ben size. Ben ne dersem o olacak. Zaten bıkmışım yaşamaktan. Zıçmıyomda, yemiyomda, Heykelde yapmıyom! Var mı bir diyeceğiniz. Ha yunusuda gıdıklamıyom. Hadi bakalım.
Diyordum ki aniden masamda hiç tanımadığım bir kartvizit gördüm parıl parıl parıldayan. Yazılı tarafına masam bakıyordu. Elimi uzatırken korkuyla haykırdı:
Masam- Dur sakın bakma karta!
Ben- Nedenmiş canım; zaten bir sen eksiktin; sende karış hayatıma tam olsun!
Masam- Hakan dur bakma hemen uzaklaş buradan: göç et: iltica et bir yerlere kaç kurtar kendini!
Ben-Zavallı şey. Sende delirdin değil mi? İki senedir beni izleye izleye? Neyse sakin ol şimdi muhtemelen Hilton’da tanıştığım animatör çocuğun kartıdır: iyi de oldu. Şunu arayıp bir konuşayım güzelce.
Masam- Hayır duuuuuur!












AYNI GÜNÜN AKŞAMI:

Kankam- Ne diyorsunuz teyzecim siz! O daha çok gençti: nasıl kalp krizi geçirebilir!.......

bİTTi.








ARTIK BİLİYORUM

Artık biliyorum; yaşadığım saf (çoğu hayata göre, hepsine değil) ve sevgi dolu hayattan birden çıkıp onun tam tersi kirli ve nefret dolu hayata balıklama atlamak beni çok fazla etkiledi. Etkilemesi gerekenden fazla! Nasıl olduğunu anlamdan onlara benzemeye başladım. Ama; ne kadar davranışlarım, kimi zaman düşüncelerim, hayatım onlar gibi olsada özümü gerçekten beni bir türlü kendileri gibi yapamıyorlardı. Olmuyordu işte! Ve sonunda gerçek benle onların yarattığı ben birbirine girmeye, karışmaya başladı. Bazen bu iki kişilik beynimde öyle çatışıyorlardı ki sonunda düşünmeyi tamamen bırakıp hayvan gibi yaşamam gerekiyordu bir süre. Çünkü bir süre sonra yani düşünürken her şey boşluk oluyordu: sonuç yok, izlenen çözüm yolu kafamın içinde yazıp çizdiklerim ve sorunun kendisi yok; sorunun var olduğu ve bıraktığı o pis, iğrenç acı verici sıkıntı kalıyor geriye; boşluk! Artık bildiğim mi ne? Serhat’la benim yada en azından benim sorunumun yukarıda açıkladığım olay olduğu. Ne demektir sevgi? Saflık, temizlik, samimiyet, içimizdeki gerçek kişiyi; kendimize dışarıdan baktığımız gözlerimize gösterdiğimiz kadar diğer insanlara da göstermek, her an doğal davranmak, özümüzü başkalarını etkilemek için değiştirmemek; bilmiyoruz ki; (Ne yazık ki bu yaşadığımız çağdaki insan hayatının bir sonucudur!) kendimiz olmak bizi algılayabilen bütün çevremizi etkileyecek. Serhat’la sadece özümüzdeki gibi davranamadığımıza yani çevremizin yarattığı kişiliklerimizin ağır bastığına karar vermiştik. (benim yeni açıkladığım şekliyle.) bir türlü sevgisizlik ve kirliliğin bizi bu hale getirdiğini bulamıyorduk. O düşün diyordu; kendimizi tanımadığımızı ve hatta toplumun bunu yapmadığını, çünkü bunun farkında bile olmadıklarını ve bu yüzden onlarla çatıştığımızı, onların bir parçası haline gelmeye başladığımızı ve onları değiştiremediğimiz için (aslında yardım edemediğimiz için) bu şekilde acı çektiğimizi savunuyordu sanırım. Ama ben hep böyle değildim. İyice düşündüm ve araştırdım.(kendi beynimde ve beynimi; bütün yaşamım orada) Sonuç; eskiden, kimi zaman arkadaşlarımdan ve kimi zaman da ailemden; ama her zaman sevgi ihtiyacımı az da olsa karşıladığım saflıksa o zaten vardı. Ailem de 6-7 yıllık candan arkadaşlarım da ve 3-4 yıllık candan arkadaşlarımda. Ailemde bazende arkadaşlarımda saflığın ve sevginin tek bir göstergesi dahi yoktu, lakin ben onu özümle onların taa içlerinde görebiliyordum. Tek sorun çok az kere olan ve yetersiz karşı cinsin saflığı ve sevgisiydi. Buraya gelip aile ve arkadaşlığın saflığı ve sevgisinden mahrum kalınca yetersiz ölçütünün birkaç derece üzerinde olan sevgilinin saflık ve sevgisine maruz kaldım. Daha başka sorunlarla; özümü değiştirmeyecek ve benimle kavga ederek delirtecek ikinci bir kişilik ortaya çıkarmayacak sorunlar. Ve bu dönem yani üniversitedeki birinci senemin ikinci döneminin sonunda başlayan nasaflık ve sevgisizlik süreci yaz hariç bu dönemin başından beri devam ediyor. Ama ilk senenin 1. dönemindeki ilişki içindeyken bile ondan gelen saflık ve sevginin sanırım biraz samimiyetsiz oluşundan dolayı mı bilemiyorum; yavaş yavaş bu durumuma doğru ilerlemeye başladığım bir gerçek sanıyorum. Her neyse işte şu anda tamamen saflık ve sevgiden yoksunum.! Dolayısıyla derslerim ve diğer yapmam gereken şeylerde (İngilizce, bilgisayar, kültür, vücut vs.) kötü gidiyor. Yapmam gereken özümde bulunan saflık ve sevgiyi kullanarak bir yerlerden bunlara karşılık almak; atıyorum bu büyük ihtimalle bir arkadaştan olacak. Çünkü ne yazık ki abazalıktan kızlara olan samimiyetimi içimde bir yerlerde kaybettim. Haydi hayırlısı! Ve sonunda normal halime dönmek tabii ki. Birde müziksizlik var. Ruhum aç susuz güçsüz düştü ve sonradan çıkan beceriksiz, kirli ve aslında sevgisiz yanıma yenik düştü. Ama yakında müziğe kavuşacağım ve ona (yani saflık ve sevgiye) ve gerçek bana. Yehhhuuuu! İşte bu benim, bu yazıyı yazmak için geldim içimin derinliklerinden. Ha haha…. Ne yazık ki Serhat’ta beni anlamıyor tam olarak. Sadece bir yere kadar beraberiz ve sonra ayrılıyoruz. Yani şöyle;
(Onun anlatım tarzıyla ki bu büyük bi delilik :)

----------------I-------------------
                        I---------------------
Bu kısmı bilmiyorum, belki de böyledir.
---------------I-----------------
---------------I
Ya da beklide böyle;
---------------I-----------------I---------------
---------------I                          I-----------------

Kim bilir?
Ne yazık ki şimdilik gerçek benin büyük bir kısmı ama bu yazıdan öncekinden çoğu değil geri gitmek zorunda! Hey hep böyle yazıp dursam sonunda hepsi dışarı çıkar ve ikinci kişiliğimi içeri hapseder ve beklide yok eder. Kim bilir? Tabii ki O!
BELKİ DE BEN BİR DELİYİM!

Hİ HİH İHİHİHHİİİİ?!

THE END


1995, haziran

ANNE-BABA-OĞUL


Beynimde meydana gelen impulsların üzerimde bıraktığı etkinin yanında 600-700 hata 1.330 milyonun ne gibi bir önemi olabilirki. Anneli ve babalı büyüme duygusunu var oldukları halde tadamadım. Ve bu sıra dışı durumun verdiği acıyı sanki bir uzvummuş gibi kabullenmek zorunda kaldım. Onlar ve ben yaşlandıkça acı artıyor ve yayılıyor. Onları defalarca öldürüp defalarca cezalandırdım…ve bunu yapmaya devam etmekte acı çektiriyor. Ama sürdürüyorum. Her seferinde onlara bir şans daha veriyorum. Benim duygusallığımda bir insanın duygusallık derecesini anlayamamış olmak zaten beni bitiriyor ki bu anlayışsızlığın sonucu olan aptalca davranışlar beni üzmüş; hiçbir önemi yok! Bazen babam soluklanmak için bir ağaca dayanıyor. Hayır hayır vazgeçtim, ağaca değil olayın vahimliğini anlatmaya yetmez bu; ağaçtan yapılmış bir korkuluğa yaslanıyor. Evet evet topraktan sökülüp alınmış, köklerinden, kabuğundan, dallarından, yapraklarından ayrılmış, sonra işlenmiş bir güzel, sonra boyanmış, tam ölmemiş yaşamla ölüm arasında sabitlenmiş bir doğa parçasına yaslıyor elini, kolunu, gövdesini. Gereksiz yere daha da fazla oksijen sarf eden bu yaratığa ve yanındaki o zavallı haline rağmen daha sıcak duran kalasa uzun uzun bakıyorum ve içten içe ağlamak alıyor başını gidiyor.O mobilyaya baba, o babaya mobilya demek istiyorum; hatta bazen gayri ihtiyari diyorumda. Ya annem o nasıl öğretmen, o nasıl nacahil; adeta bilgisizlik, etkisizlik, saflık abidesi. Dünyadan haberi yok. Belki onu bir mahalle kocakarısı olarak kabullenmeliyim. Bak öyle algılarsam olur. Şimdiyse 1 haftadır bu tugayda çektiğim acılar, yaşadığım stresler yetmiyormuş gibi bir de onlar çıktı başıma. Baş başayken bile beni ve kardeşimi uzaktan sevmişler, sevgi nedir, incelik nedir öğrenipte öğretmeye çalışmamışlar şimdi bizden sıcak ve sımsıkı bir kucaklama bekliyorlar; hayvan terli anam babam başka kapıya! Demek de dememekte beni anne ibne olmaya itiyor. Daha öte ne yapayım bilemiyorum. Ah belki aşk olsaydı. Hatta platonik bile olabilir; ah bir aşk olsaydı. Her şeyi gene bilinç altıma gömer; baba sevgili hayata dönerdim yine. Şimdiyse ben her zaman olduğu gibi sadece mutluluk ve huzuru yaşamadan dağıtmak için varım. Almak isteyen beri gelsin.

.M.IK HASTALIĞI ÜZERİNE BİR YAZI
Her şeyden önce herkesin çok iyi bildiğini sandığı bu hastalığı tanımlamakta yarar var. Bu hastalığın varlığı; insanda görülüp görülmeyeceği erkeğin spermi kadının yumurtasını döllerken belli oluyor.Tamamen genetik yapımızla ilgili bir durum bu. Eğer yumurtayı dölleyen spermcik “x” adıyla çağırdığımız sperm hücrelerinden biriyse. Birey zigotluğundan itibaren bu hastalıklı yapıyla gelişmeye başlıyor ve gelişimini bu yolda sürdürüyor. Kişi doğduğunda hastalığın ilk fiziksel belirtisi hemen kendisini gösteriyor. Zaten hastalığa ismini verende bu ölene dek taşıyacağı belirti oluyor. Hastanın apış arasında olması gereken üçlünün yerimde yeller estiği gibi, yetmiyor sanki bu yapı içeri doğru kaçmış gibi bir oyuk yapı ebeveynleri yasa boğuyor. Zaman zaman ruhsal açıdan rahatsız olan bazı ebeveynlerin bu duruma sevindiği görülebiliyor. İşte biz halk olarak; tıp dilinde vajina ve arkadaşları (uterus, klitoris, yumurtalıklar…vs.) diye anılan bu oluşuma hepsine birden “.m” yada “.m.ık” deyip geçiyoruz. Bu hastalar aynı anda bir çok işe yarayacak özellikler taşıyorlar aslında. Fakat ruh ve beden ikilemlerinde mantıktan çok duyguların sözü geçtiği için, ayrıca bu hastalığa ait pek çok özellikten ötürü topluma tek başlarına uyum sağlayamıyorlar; mutlaka normal bir insanla “evlilik” adını verdiğimiz anlaşmayı imzalayarak mutualist bir yaşam biçimine girmeleri gerekiyor. Tabii bu bence en eski ve ilkel çözüm. Hastalığın geçmesine hiçbir olumlu etkisi olmadığı gibi normal bireyede ruhsal yönüyle bir miktar bulaşıyor. Bu hastalığa ait azı kötü özellikleri sergilemesine neden oluyor.
Hastalığı tanıtmaya belli başlı fiziksel belirtilerle devam edebilirim sanırım. Bebeklik ve çocukluk döneminde bu çocuklara büyük bir hata olarak kabul edebileceğimiz farklı muamele yapılıyor. Bu hastalık ve dolayısıyla davranış şekli insanlık tarihi kadar eski olduğu için; ne yazık ki bu farklı muameleyi engelleme şansımız en azından önümüzdeki birkaç yüzyıl içinde hiç yok gibi bir şey. Resmen normal insanlardan farklı oldukları hissettiriliyor onlara. (Eskiden Arabistan’da hasta doğanları diri diri toprağa gömerlermiş.) O şekilde büyüyorlar. Yapacakları herhangi bir iş muhtemelen başarısızlıkla sonuçlanıp birkaç kişinin canını yakacağı için “sen kızsın; bebeklerinle oyna, evde otur, dikiş dik, etrafı temizle ve pembe dizileri seyret!” şeklinde baskılarla ciddi işlere burunları sokulmamaya çalışılıyor. Ama tabii ki başarı sağlanamıyor. Ve bu hastalık tıp literatürüne ve anayasaya “bir hastalık” olarak resmen girmediği sürece de hiçbir zaman başarı sağlanamayacak. Halbuki bir zamanlar ne güzelmiş.Taaa ki onlara bazı haklar tanınana kadar. Her neyse. Bu hastalara etek, sutyen, külotlu çorap gibi insanı yumuşak olacak tarzda olmaya itecek giysiler giydiriliyor.Ayrıca genelde saçları uzun bırakılarak hemen fark edilmeleri ve bu sayede onlara temkinli yaklaşılması sağlanıyor. Bazen bu hastalardan bazıları saçlarını keserek biraz olsun geç fark ettirmek istiyorlar hasta olduklarını ama nafile. Bunun makyajı var, ojesi var..vs…hemen anlaşılıyor tabii hasta oldukları. Dünya devletlerince hastalık resmen kabul edilmemesine rağmen yinede onlara pembe nüfus cüzdanı ve bu hastalara özgü isimler verilerek kağıt üzerindede rahat tespit edilmeleri sağlanıyor.
Not:Bulaşıcı değildir...;)




BENİ ISIRANLAR VE YÖNETENLER


Tam şimdi aklıma müthiş bir teori geldi. Tamda Stephen KİNG amcamı kıskandıracak cinsten, ha bu arada o hala yaşıyor mu? Hani şu kara sinekler var ya; ister mikroskopla bak ister ancak görebileceğin bir uzaklıktan bak her zaman çok fazla ve aynı iğrençlikte olan yaratıklar. İşte bu şahsiyetler geceleri birden bire sivri sineklere dönüşüyorlar, hani şu her zaman çok fazla gıcık, sinir bozucu ve iğrenç delici iğneleri olan kan emicilere. Evet bu aniden oluyor. Havada “bızz” diye uçarken “flop!” ediyorlar ve “vizznn” diye uçmaya başlıyorlar. Kurbağanınki gibi uzayıp kısalan dilleri birer kılcal boruya dönüşüyor. Bu biz insanlardaki vampirlik makamına karşılık geliyor sanıyorum; yada milletvekilliği, tam hatırlayamıyorum. Milletin; insanların, insanlığın kanını emen hangi elit topluluktu Öldürmek her daim tek ve en kesin çaredir. Fekat bu girişimi başlatmak adeta bir tür işkencedir. İster ilkel yöntemlerle; temposuz alkış yöntemi, ister azda olsa gelişmiş yöntemlerle; reyd sinek spreyi ile sinekleriniz daha ölü daha uslu! Biraz daha teknolojik olanı şeltox tabletler, sivrisinek kovalayıcı; küstürüp kaçırtıcı ve son teknik olarakta sivriyi tenden uzak tutucu krem; sür yat postu hiç deldirmeden kalk! Bu canlılarla uğraşmak döt ister. Oturtulmuş bir sistemi verimli sürdürebilmek anlık karşı koyuşlarla aynı kapıya çıkıyor her defasında: başarısızlık! Onlar adeta dünyanın tek efendileri yaratılmışa canlılar için ezeli ve ebedi. Bir türlü nesilleri sona ermiyor. Aksine değişen her türlü ortama daha da gelişmiş bir hal alarak karşı koyuyorlar. T.ş..k geçiyorlar adeta. Her ne kadar hayranmış gibi konuşsamda onlara olan mevcut nefretim neredeyse en büyük nefretimle aynı değeri işaret ediyor. Ve inanıyorumki yaptıklarının cezasını ölümden çok daha pahalıya ödeyecekler. Zaten bende sırf bu sebepten-tamam içinde biraz tembellik yeteneğimde var- ya en ilkel yöntemi kullanıyorum yada savaşa güç toplamak için memleketim olan dünyanın herhangi bir yerinde geliştirici ve etkileyici eserler veriyorum. Ne diyem ki komple bir sanat icracısı olduğumu söylemiştim. Aslına bakarsan artık tamamen ev sahibi gibi davranmamın zamanı geldi de geçiyor bile. Anadolu benim, Japonya benim, Asya benim, Avrasya dahi benim.. daha ne deyim? Tek odada çakılıp kalmışım… Toplumun bana yakıştırdığı işkence biter bitmez evi şöyle bir dolaşacağım. Ahaliyi sarıp sarmalarken, her yanını zevkime göre kuşatacağım(giydirip kuşatmak) “Güle güle oturma” konumuna alındığımda acep kaç seneyi yere çalmış halde olacağım. Ha unutmadan sorayım kaçımız yavru bir köpeği bin bir güçlükle bir o kadarda şirinlikle merdiven çıkarken arkadan seyretti; mutlu oldu, iyi oldu? Sizi sinekler sizi sivrisinekler sizi…

Bir çıkar yol yok mu bu zindandan?
Müebbet yiyecek ne yaptım?
Doğuştan çaresiz!
Umutsuz, sevgisiz, her zaman yapayalnız olduğumu bildim aslında içten içe..
Korku!
Para!
Lanet!
İnsan!
Ölüm
Şarkıyla şiirle karın doymuyor değil mi?
Belki karın doyarda;
Alış-veriş, gezme-tozmaya yetmiyor be; di mi?
Sevdiğinle(göya) alış-veriş merkezlerinde ve barlarda gününü gün etmedikten sonra sevmeye ne gerek var!!=mantık aşkı(dedikleri bu olsa gerek)


ALDATMA VE İNFAZ
 İkili oynanacak.!

“Giderken benide alacak mısın yanıya? Ver dudaklarını; titremeyecek mi ellerin gibi onlarda? Sanki gerçek nedeni, zorunluluğu söylemeye çalışıyormuş gibi davranmayacak mısın? Aç kollarını ki kalbinlede bu eylemi gerçekleştirdiğini iddia ettiğin gibi Sana yalancı demeye kıyamadığım gibi; Para karşılığı kendini zengin erkeklere satan kadın da diyemiyorum. Ya hayallerimiz, ya sözlerimiz, ya beynimdeki çocuk Hep: bu böyle nereye kadar sürecek demez miydik ikimizde; Birbirimizi haksız bularak, hemen ardından özürler dileyip sevişerek….. Offf of Artık sana hep yapılan latifeler alacak yine benim hakaretlerimin yerini. Fakat eminim aynı tadı yine alamayacaksın bundan öncekiler gibi! Çünkü şu an, yanımdan ayrıldığın an, Seninle ilk öpüştüğümüz, deniz kıyısındaki bankın hemen dibinde bir mezar satın almış olacaksın kendine” diye geçiriyordum aklımdan.
 Kız-Hakan neden daldın yine? Biliyorum çok üzgünsün. Fakat tatlım bu kezde en başında sen demiştin ayrılalım diye.
Ben-Ama Melda. Ben bu sefer başka birini bulup ayrılmayı kabul edeceğini nereden bilebilirdimki. K-Demek dün geceki Meldaydı.
B-Şey ben Melda mı dedim? Sana öyle gelmiştir hayatım. Aslında Selda diyecektim yada dilim sürçtü. Dün gece biraz geç uyudumda . seni düşünmekten hep..
 K- Hakan kes artık. Konuştukça batıyorsun. Sana ufacık bir şans bile vermemeliydim.
B-Güzelim. Bak beni dinle: benim kadınlara olan düşkünlüğümü biliyorsun. Bu erkekliğin doğasında var: özelliklede bende çok fazla. Hem ötekilerin benim için hiçbir önemi yok. Şimdiki gençlerin dediği gibi beş dakikalık ilişkiler onlar. Fast love! fast love!
 K- Meğer ben, ben ne salakmışım, ne safmışım…Çok önceki birkaç kaçamağını içinde bulunduğun stresli ortam yüzünden kazayla yaptığını sanmıştım. Ben yanında olmadığım için. Fakat şimdi….Sen bir pisliksin!
Ben- Hayatım lütfen biraz sakinleş. Hem sende beni baba parası yiyen piçle aldatmadın mı?
K- Hayır aldatmadım. Bana belini bile sürmedi. Şey yani elini bile sürmedi. Sadece kıskandırıp uslandırmaya, birazcıkta intikam almaya çalışıyordum senden.
B- Selda üzgünüm. Ben bilmiyordum. Siz hep sarmaş dolaştınız. İnan az daha ikinizide vuracaktım. Seni inanmayacağın kadar çok seviyorum. Ne olur beni affet yeniden birleşelim. Söz bir daha asla kaçamak yok. Akıllandım artık. Bu son olaydı.
 K- Evet bir tanem bir daha asla kaçamak yapamayacaksın. Sana her şeyimi verdim. Kızlığımda buna dahil. Kölen olmaya bile hazırdım. Fakat sen benide diğerleri gibi sandın değil mi? Çok yanıldın Hakancım!
 Deyip gözlerime baktı nefretle sevecenlik arasında gidip gelen bakışlarla. Yavaş yavaş elini bacak arama götürüp beni tahrik etmeye başladı. Gözlerimi 2-3 saniye kapayıp açtım: ve odanın loş ışığında diğer elinde parlayan metal bir şey gördüğümde her şey için çok geçti…
H. ö.


DİKKATLİ OKU AMA İŞE YARAMAZ

Bi tanem! Kendimi işime ve hobilerime verdim. Öyleki aşk benzeri duyguların yakınından bile geçmiyorum. Aklıma o tip şeyler getirmiyorum. Zorlada olsa kendimi duygusuz olabileceğim yerlere, durumlara sürüklüyorum. Şu an bir yerde geçici olarak mühendislik yapıyorum ama patronum henüz geçici olduğumu bilmiyor. Ama çok yakında öğrenecek. Seni çok ihmal ettim. Kusura bakma. Ama bu bir neyse boşver. Bunların dışında hala bunalımdan bunalıma seyir halindeyim. Asla yeterince mutlu olamama yeteneğim en baba günlerini yaşıyor. Acaba doyumsuz muyum? Birden ortaya çıkıp yine birden kayıplara karışan düşünce kaoslarım beynimi harap ederken beni durmadan, utanmadan biraz daha dibe “biraz daha dibe” batır diye haykırıyorum. Oysaki ortada kimse yok. Batıranda benim çıkaranda. Her şey benim elimde. “Huzurun dibine vurup mutluluğu yanına meze edeceğim ama..” Biri tutup giriyor hayatıma; derin derin uykudan sarsa sarsa uyandırıyor sanki beni seviştiğim kuytudan çekip çıkarıyor kızcağızsa orada kalakalıyor. “Yürü eve gidiyoruz seni haylaz yaratık!” diye azarlayarak önüne katıp çalıyor beni ekinlerin arasına. Üstüm başım yara bere ne yapayım yakalanmışım bir kere. Debelenmek daha da kanatırken her bir yaramı, iyileşme hızını düşünüyorum her birinin günlerce sızlayacak her yanım; Ne olacak: Allah’ın belası mendebur karı.! Sonra suyun dibi daha hoş geliyor bana. Daha sakin daha güvenli.daha ölü! “Daha ölü olamazdım herhalde” diye serzenişte bulunuyorum alelade sevişirken kovukta çırılçıplak bırakıp gittiğim kıza. Donarak ölmüş zavallı. Sevişmemizin sonu ahrete kalmış. Bizden ati milyonlar durup dinlenmeden bizim hikayemizi yazmış. En sonunda “İkiside ölünce cennete gitmişler ve orada birbirlerini defalarca başkalarıyla aldatmışlar; çünkü orada zina serbestmiiiiiş” diye bitirmişler her seferinde hikayeyi. Bense herhalde hiç bu kadar temelsiz bir hayali yazı yazmamıştım şimdiye dek. Affet beni. Yordum o beni bilmez beynini.Hem artık kurtarıcı hayal etmektende vazgeçtim kendime en son modelinden. Öyle yalnızım ki tüm topluma mal olmuş en ünlü, en sanatçı kesiminden. Çünkü artık iyice bi anladım: kazıdım ruhuma kaçınılmaz sonumu: Anladım ki kimse kurtaramaz beni benden!
H.ö.

1 yorum: