Canındaki Benler
Her biri bir öncekinden daha orospu
duygularla sevdim seni.
Sensizlik korkusuyla titreyen ağlangaç
kapaklarım;
Kendiliğinden düşen göz yaşları
hayalleri kurarken
acaba pezevengide ben miyim bu
orospuların diye endişelenirdi göz yaşlarım..
Oysa her zamankinden daha şerefsizce
değildi para karşılığı seni mutlu eden duygularımın bana
verdiği ağlanılası tatmin
Ve ona tapınmalarım!!!
Eskimeyen bu ayinler olsaydı keşke
sana olan nefretim yerine.
Bir yan böğürürken kızıl
notalarla örsüme, üzengime: “unutmalısın” diye
Çekicim parçalanana dek direndi
sanki;
Salak, romantik bir aşk delisi kendisi
;)
Diğer yan diretti de diretti:
“sev beni!....... Ve bir daha, bir
daha,........ biraz daha sev beni!
Bir vuruşta kılı kırk yaran bir
sevmeydi benimkisi
aldığın nefes verdiğin nefese
eşitmiydi!!!
Peki ya kokusunu bile bildiğim kalp
kapakçıklarının sistol ve diastol zamanlarında geçmesine izin
verdikleri kanındaki alyuvar miktarı....
hadi bunları siktir et!:
Mutluluğun huzurlu muydu ve...
üzüntülerini uşağım olmaya ikna
etmek için neler yapmalıydım???..
.....................Düşündümde.............................:
Belkide hiç vurmadan kılı kırk
yaran bir sevgiydi benimkisi!!!
Kısa sürede ülkenin en çok ve iyi
işleyen genelevi haline geldi kalbim: tam istediğim gibi..
Aşkımın tapınağı kendini yerden
yere vuran benlerle dolup taştı;
gözlerinin feri yaşanılan
tatminlerden sönmeye yüz tutmuş müritler....benler....
şıhına şeyhine kurban....
Galiba hiçbir zaman yetmeyen birşeyler
oldu bana:
sana yetmeyenlerimin aksine;
çıldırmışçasına soyut!
Haketmemişçesine lakayıt!
Söylemesi zor:.....
sevgin kadar az....
“Canındaki benler!”
(devam edecek...:)
Ev yapımı Zindandan kaçış çalışmaları....
1.
Yalnızlığıma ölüm hatıraları
işledim.
Zihnimdeki komünist yolcuları kendi
sinapslarımla fişledim.
Ne neronum titredi nede korteksim bunu
yaparken.
Bir hiç uğruna ölmüş heplerden
kabus kapanları yapıp astım kapıma.
İçime giremeyen korkularla ördüm
pencerelerini yaşam evimin.
Gerçekler sızdı parmaklıkların
arasından..
canımı almak için...
Bense hala ve sadece;
Yalnızlığıma ölüm hatıraları
işlemekteydim.
2.
Rüya kapanlarıma kabuslarım yerine
umutlarım takıldı.
Gerçek ve yalan birbirine karıldı.
Öcü alınmalı ve alınacak dedi:
Sahteliği tanrıdan bile şüpheli
efendi!
Umarsız güruh teslimiyet sesleri ile
gürledi.
Oysa en fazla bir şerefsiz değerinde
bu geleneksel gösteri.
Devam etmemeli...DEVAM etmemeli!!!
Perde ite kaka kapanırken selama tek
bir palyaço bile gelemedi.
3.
Paramparça vücutlar ve dahi ruhlar.
Sahneyi yıkmış efendi; heybetli ve
kaddar.
Kalan son enerjimle korumaya çalıştığım
evimden;
Bu katliamı zorla izlemek mi?
Teba'ya katılıp giderek işkenceye
son vermek mi?
Ya da efendinin kahyaları gibi;
Güzel bir “canilik” oyunu
sergilemek mi?
.....................
4.
Terimden geleni ardıma koymadım ama
Önleyemedim, söyleyemedim yüzülen
teni
Ve gördüm ki içimde kalan yeri
Hücrelerimize işlenmiş hakikatin
temeli
Yemeli, içmeli, sevişmeli
tutarsızca..
Asırlarca geriden gelen zekalıları
önemsememeli!
Erimeli, ermeli, sevilmeli, sevmeli...
Hemideee emmeli gömmeli!!!!
:p
Rapaytzma
sept/2014
KARTVİZİT
Bir sabah mesanem beni
zorla uyandırdı. Dün akşam yine çok içtin dimi yine; seni baş
belası. Diye söyleniyordu bir yandanda. Bense yarım ağızla:
-Len ne şom ağızlısın,
bak hiç aklımda yoktu. Nereden çıkardın şimdi içkiyi. Bu gece
devireyim bari bi ufak. Sadece, yatarken çok susamıştım bir
bardak su içip yattım be gülüm. Seni sıkıştıran o olsa
gerek…diye kendimi savunuyordum serseriye.
Mesanem- Oğlum senden
adam olmaz. Gerçi bunu bir tek ben değil bütün organların
söylüyor ama: Sen-den- a-dam-ol-maaaazz! Bilmiyor musun gece
yatmadan önce bir şey içilmiyiciğini? Biliyorsun köpek gibi.
Beynim- Sabah sabah
üstüne gitme adamın yine başlayacak: “29 olduk bi bok yok,
kimler ne seviyelere geldi şu halimize bak, ama ne yapayım ben
mühendis olamıyorum; ben sanatçı ruhlu hatta bedenli bir adamım;
sanatın her dalı beni çekiyor; yoksa çoktan iyi bir mühendis
konumuna oturtmuştum kendimi; ulan vasat değilim diye yıllarca
kendimi kandırdım ki bu işe olan antipatim vasat bir mühendis
olmamı bile engellemiş haberim yok, keşke devlete girseydim be
zamanında dır dır dır mır mır dır…diye beni zorlayacak bende
mecburen dalakla, karaciğere dönüp: domalın ibneler şey yani
uyanın arkadaşlar sanırım stres hormonu üretmeniz gerekiyor
diyeceğim..
Midem- Ve olan bana
olacak değil mi?
Bağırsaklarım- He
valla! Ucuda bana dokunacak.
Kalbim- Çocuklar
hepinize günaydın!
Diğerleri-Günaydın
hoca!
Penisim- Ne var ne yok?
Çalıştırayım mı seni sabah sabah ha?:) Ne dersin biraz
egzersize sabah sertliği ayağına.
Kalbim- Yok yok dur
şimdi, kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Har yanım sancıyor.
Ben- Hadi len! Sizde
kapatın çenenizide biraz daha kestireyim. Gece kim bilir kaçta
uyudum.
Dötüm- eh be bilader;
nedir bu senden çektiğimiz. Mesane ayrı çeker ben ayrı. Boku
gazı tutucam diye canım çıktı iki saattir. Ohh beyimiz rahat
hiçbir şeyden habersiz fosur fosur uyuyor. Beyin desen yok
uyandırayım mı, biraz daha uyusa mı; gece geç yattı…falandı
filandı. Yetti be bırakacam şimdi yatağın ortasına göreceksin
ebenin çarşafını.
Beynim-Hüüop ayıp
oluyor ama.
Mesane- Ne ayıp olacak
lan! Adam haklı siz uğraşmıyorsunuz tabi bokla püsürle. Gelde
bi gün tut bakalım ne kadar tutabiliyorsun.
Kalbim- Çocuklar lütfen.
Bari siz yapmayın. Beyincim sende “Zıtçık mıçtık diye
düşünmeyi bırakta biraz olumlu şeyler düşünmeye çalış
hayatım. Bak cidden iyi değilim.
Beynim- Ne yapayım
elimde değil. Hakan’a söyle sen bunları. Adam resmen ölmek
istiyor. Organlarına hükmedebilse çoktan leş sineği yavrularına
mama olmuştuk. Neyse ki çük bile kendi başına buyruk.
Penisim-Çüş sen kime
çük diyon lan: yavşak!
Beyin- Buyrun buradan
yakın. Aslında haklısın. Yakmayın yakmayın durun: bir çükten
ne bekleyebilirisiniz ki.hıh
Penis- Ulan 50 santim
daha uzun olacaktımki. Ağızdan girip senin ananı avradını.
Ağız- Sen nereye
giriyon lan. Doğru düzgün konuşsana kızım.
Burun-Ay ne olacak canım
bırak giriversin. Ay çok lazımsa bana gir hayatım.
Kulak- Allah’ın topu!
Burun-Duydum seni. Beni
daha çok karıştırıyorlar diye bozuluyorsun di mi? Sana iki günde
bir giriyorlar o da banyoda içini temizlemek için. Oysa bu sanatçı
eller her dakika yeni sanat eserleri üretip masanın altına ve
muhtelif yerlere yapıştırıyorlar benim içimden aldıkları ham
maddeleri kullanarak. Aynı bir heykeltıraş edasıyla.
Kulak- Aman ne güzel.
Ben senin gibi yumuşak mıyım her gün yüz kere içime girip
çıkmalarını isteyim. Yarabim bunun ne işi var aramızda
anlamadım ki.
Kalbim-Çocuklar sanırım
bayılacağım.
Ben- Tamam tamam! Hepiniz
kapayın çenenizi. Aklımda birkaç cümle bir şeyler var onları
yazayım gidip hemen zıçacağım sonrada yemek yiyip mastürbasyon
yaparım hepinizin gönlü olur. Tamam mı?
Penisim- Önce
mastürbasyon yap!
Dötüm- Bok!
Mesanem-Çiş!
Midem-Yemek!
Burun-Hayır Heykel yap
önce!
Kalbim- Topunuzun mına
koyyim. Geberiyoz burada itlerin uğraştığı şeye bak.
Ben- Yav bi susun be.
Nedir bu sizden çektiğim bir günde hep beraber hareket edelim. Her
kafadan bi ses çıkıyor. Bitirdiniz lan beni. Ama suç bende
demokratiklikmiş. Laiklikmiş. Bilmem neymiş sizin neyinize. Ah ben
ne salak adammışım. Bundan sonra gösteririm ben size. Ben ne
dersem o olacak. Zaten bıkmışım yaşamaktan. Zıçmıyomda,
yemiyomda, Heykelde yapmıyom! Var mı bir diyeceğiniz. Ha yunusuda
gıdıklamıyom. Hadi bakalım.
Diyordum ki aniden
masamda hiç tanımadığım bir kartvizit gördüm parıl parıl
parıldayan. Yazılı tarafına masam bakıyordu. Elimi uzatırken
korkuyla haykırdı:
Masam- Dur sakın bakma
karta!
Ben- Nedenmiş canım;
zaten bir sen eksiktin; sende karış hayatıma tam olsun!
Masam- Hakan dur bakma
hemen uzaklaş buradan: göç et: iltica et bir yerlere kaç kurtar
kendini!
Ben-Zavallı şey. Sende
delirdin değil mi? İki senedir beni izleye izleye? Neyse sakin ol
şimdi muhtemelen Hilton’da tanıştığım animatör çocuğun
kartıdır: iyi de oldu. Şunu arayıp bir konuşayım güzelce.
Masam- Hayır duuuuuur!
AYNI GÜNÜN AKŞAMI:
Kankam- Ne diyorsunuz teyzecim siz! O
daha çok gençti: nasıl kalp krizi geçirebilir!.......
bİTTi.
ARTIK BİLİYORUM
Artık
biliyorum; yaşadığım saf (çoğu hayata göre, hepsine değil) ve
sevgi dolu hayattan birden çıkıp onun tam tersi kirli ve nefret
dolu hayata balıklama atlamak beni çok fazla etkiledi. Etkilemesi
gerekenden fazla! Nasıl olduğunu anlamdan onlara benzemeye
başladım. Ama; ne kadar davranışlarım, kimi zaman düşüncelerim,
hayatım onlar gibi olsada özümü gerçekten beni bir türlü
kendileri gibi yapamıyorlardı. Olmuyordu işte! Ve sonunda gerçek
benle onların yarattığı ben birbirine girmeye, karışmaya
başladı. Bazen bu iki kişilik beynimde öyle çatışıyorlardı
ki sonunda düşünmeyi tamamen bırakıp hayvan gibi yaşamam
gerekiyordu bir süre. Çünkü bir süre sonra yani düşünürken
her şey boşluk oluyordu: sonuç yok, izlenen çözüm yolu kafamın
içinde yazıp çizdiklerim ve sorunun kendisi yok; sorunun var
olduğu ve bıraktığı o pis, iğrenç acı verici sıkıntı
kalıyor geriye; boşluk! Artık bildiğim mi ne? Serhat’la benim
yada en azından benim sorunumun yukarıda açıkladığım olay
olduğu. Ne demektir sevgi? Saflık, temizlik, samimiyet, içimizdeki
gerçek kişiyi; kendimize dışarıdan baktığımız gözlerimize
gösterdiğimiz kadar diğer insanlara da göstermek, her an doğal
davranmak, özümüzü başkalarını etkilemek için değiştirmemek;
bilmiyoruz ki; (Ne yazık ki bu yaşadığımız çağdaki insan
hayatının bir sonucudur!) kendimiz olmak bizi algılayabilen bütün
çevremizi etkileyecek. Serhat’la sadece özümüzdeki gibi
davranamadığımıza yani çevremizin yarattığı kişiliklerimizin
ağır bastığına karar vermiştik. (benim yeni açıkladığım
şekliyle.) bir türlü sevgisizlik ve kirliliğin bizi bu hale
getirdiğini bulamıyorduk. O düşün diyordu; kendimizi
tanımadığımızı ve hatta toplumun bunu yapmadığını, çünkü
bunun farkında bile olmadıklarını ve bu yüzden onlarla
çatıştığımızı, onların bir parçası haline gelmeye
başladığımızı ve onları değiştiremediğimiz için (aslında
yardım edemediğimiz için) bu şekilde acı çektiğimizi
savunuyordu sanırım. Ama ben hep böyle değildim. İyice düşündüm
ve araştırdım.(kendi beynimde ve beynimi; bütün yaşamım orada)
Sonuç; eskiden, kimi zaman arkadaşlarımdan ve kimi zaman da
ailemden; ama her zaman sevgi ihtiyacımı az da olsa karşıladığım
saflıksa o zaten vardı. Ailem de 6-7 yıllık candan arkadaşlarım
da ve 3-4 yıllık candan arkadaşlarımda. Ailemde bazende
arkadaşlarımda saflığın ve sevginin tek bir göstergesi dahi
yoktu, lakin ben onu özümle onların taa içlerinde görebiliyordum.
Tek sorun çok az kere olan ve yetersiz karşı cinsin saflığı ve
sevgisiydi. Buraya gelip aile ve arkadaşlığın saflığı ve
sevgisinden mahrum kalınca yetersiz ölçütünün birkaç derece
üzerinde olan sevgilinin saflık ve sevgisine maruz kaldım. Daha
başka sorunlarla; özümü değiştirmeyecek ve benimle kavga ederek
delirtecek ikinci bir kişilik ortaya çıkarmayacak sorunlar. Ve bu
dönem yani üniversitedeki birinci senemin ikinci döneminin sonunda
başlayan nasaflık ve sevgisizlik süreci yaz hariç bu dönemin
başından beri devam ediyor. Ama ilk senenin 1. dönemindeki ilişki
içindeyken bile ondan gelen saflık ve sevginin sanırım biraz
samimiyetsiz oluşundan dolayı mı bilemiyorum; yavaş yavaş bu
durumuma doğru ilerlemeye başladığım bir gerçek sanıyorum. Her
neyse işte şu anda tamamen saflık ve sevgiden yoksunum.!
Dolayısıyla derslerim ve diğer yapmam gereken şeylerde
(İngilizce, bilgisayar, kültür, vücut vs.) kötü gidiyor. Yapmam
gereken özümde bulunan saflık ve sevgiyi kullanarak bir yerlerden
bunlara karşılık almak; atıyorum bu büyük ihtimalle bir
arkadaştan olacak. Çünkü ne yazık ki abazalıktan kızlara olan
samimiyetimi içimde bir yerlerde kaybettim. Haydi hayırlısı! Ve
sonunda normal halime dönmek tabii ki. Birde müziksizlik var. Ruhum
aç susuz güçsüz düştü ve sonradan çıkan beceriksiz, kirli ve
aslında sevgisiz yanıma yenik düştü. Ama yakında müziğe
kavuşacağım ve ona (yani saflık ve sevgiye) ve gerçek bana.
Yehhhuuuu! İşte bu benim, bu yazıyı yazmak için geldim içimin
derinliklerinden. Ha haha…. Ne yazık ki Serhat’ta beni anlamıyor
tam olarak. Sadece bir yere kadar beraberiz ve sonra ayrılıyoruz.
Yani şöyle;
(Onun
anlatım tarzıyla ki bu büyük bi delilik :)
----------------I-------------------
I---------------------
Bu
kısmı bilmiyorum, belki de böyledir.
---------------I-----------------
---------------I
Ya
da beklide böyle;
---------------I-----------------I---------------
---------------I I-----------------
Kim
bilir?
Ne
yazık ki şimdilik gerçek benin büyük bir kısmı ama bu yazıdan
öncekinden çoğu değil geri gitmek zorunda! Hey hep böyle yazıp
dursam sonunda hepsi dışarı çıkar ve ikinci kişiliğimi içeri
hapseder ve beklide yok eder. Kim bilir? Tabii ki O!
BELKİ
DE BEN BİR DELİYİM!
Hİ
HİH İHİHİHHİİİİ?!
THE
END
1995, haziran
ANNE-BABA-OĞUL
Beynimde
meydana gelen impulsların üzerimde bıraktığı etkinin yanında
600-700 hata 1.330 milyonun ne gibi bir önemi olabilirki. Anneli ve
babalı büyüme duygusunu var oldukları halde tadamadım. Ve bu
sıra dışı durumun verdiği acıyı sanki bir uzvummuş gibi
kabullenmek zorunda kaldım. Onlar ve ben yaşlandıkça acı artıyor
ve yayılıyor. Onları defalarca öldürüp defalarca
cezalandırdım…ve bunu yapmaya devam etmekte acı çektiriyor. Ama
sürdürüyorum. Her seferinde onlara bir şans daha veriyorum. Benim
duygusallığımda bir insanın duygusallık derecesini anlayamamış
olmak zaten beni bitiriyor ki bu anlayışsızlığın sonucu olan
aptalca davranışlar beni üzmüş; hiçbir önemi yok! Bazen babam
soluklanmak için bir ağaca dayanıyor. Hayır hayır vazgeçtim,
ağaca değil olayın vahimliğini anlatmaya yetmez bu; ağaçtan
yapılmış bir korkuluğa yaslanıyor. Evet evet topraktan sökülüp
alınmış, köklerinden, kabuğundan, dallarından, yapraklarından
ayrılmış, sonra işlenmiş bir güzel, sonra boyanmış, tam
ölmemiş yaşamla ölüm arasında sabitlenmiş bir doğa parçasına
yaslıyor elini, kolunu, gövdesini. Gereksiz yere daha da fazla
oksijen sarf eden bu yaratığa ve yanındaki o zavallı haline
rağmen daha sıcak duran kalasa uzun uzun bakıyorum ve içten içe
ağlamak alıyor başını gidiyor.O mobilyaya baba, o babaya mobilya
demek istiyorum; hatta bazen gayri ihtiyari diyorumda. Ya annem o
nasıl öğretmen, o nasıl nacahil; adeta bilgisizlik, etkisizlik,
saflık abidesi. Dünyadan haberi yok. Belki onu bir mahalle
kocakarısı olarak kabullenmeliyim. Bak öyle algılarsam olur.
Şimdiyse 1 haftadır bu tugayda çektiğim acılar, yaşadığım
stresler yetmiyormuş gibi bir de onlar çıktı başıma. Baş
başayken bile beni ve kardeşimi uzaktan sevmişler, sevgi nedir,
incelik nedir öğrenipte öğretmeye çalışmamışlar şimdi
bizden sıcak ve sımsıkı bir kucaklama bekliyorlar; hayvan
terli anam babam başka kapıya! Demek de dememekte beni
anne ibne olmaya itiyor. Daha öte ne yapayım bilemiyorum. Ah belki
aşk olsaydı. Hatta platonik bile olabilir; ah bir aşk
olsaydı. Her şeyi gene bilinç altıma gömer; baba
sevgili hayata dönerdim yine. Şimdiyse ben her zaman olduğu gibi
sadece mutluluk ve huzuru yaşamadan dağıtmak için varım. Almak
isteyen beri gelsin.
.M.IK HASTALIĞI ÜZERİNE BİR YAZI
Her şeyden önce
herkesin çok iyi bildiğini sandığı bu hastalığı tanımlamakta
yarar var. Bu hastalığın varlığı; insanda görülüp
görülmeyeceği erkeğin spermi kadının yumurtasını döllerken
belli oluyor.Tamamen genetik yapımızla ilgili bir durum bu. Eğer
yumurtayı dölleyen spermcik “x” adıyla çağırdığımız
sperm hücrelerinden biriyse. Birey zigotluğundan itibaren bu
hastalıklı yapıyla gelişmeye başlıyor ve gelişimini bu yolda
sürdürüyor. Kişi doğduğunda hastalığın ilk fiziksel
belirtisi hemen kendisini gösteriyor. Zaten hastalığa ismini
verende bu ölene dek taşıyacağı belirti oluyor. Hastanın apış
arasında olması gereken üçlünün yerimde yeller estiği gibi,
yetmiyor sanki bu yapı içeri doğru kaçmış gibi bir oyuk yapı
ebeveynleri yasa boğuyor. Zaman zaman ruhsal açıdan rahatsız olan
bazı ebeveynlerin bu duruma sevindiği görülebiliyor. İşte biz
halk olarak; tıp dilinde vajina ve arkadaşları (uterus, klitoris,
yumurtalıklar…vs.) diye anılan bu oluşuma hepsine birden “.m”
yada “.m.ık” deyip geçiyoruz. Bu hastalar aynı anda bir çok
işe yarayacak özellikler taşıyorlar aslında. Fakat ruh ve beden
ikilemlerinde mantıktan çok duyguların sözü geçtiği için,
ayrıca bu hastalığa ait pek çok özellikten ötürü topluma tek
başlarına uyum sağlayamıyorlar; mutlaka normal bir insanla
“evlilik” adını verdiğimiz anlaşmayı imzalayarak mutualist
bir yaşam biçimine girmeleri gerekiyor. Tabii bu bence en eski ve
ilkel çözüm. Hastalığın geçmesine hiçbir olumlu etkisi
olmadığı gibi normal bireyede ruhsal yönüyle bir miktar
bulaşıyor. Bu hastalığa ait azı kötü özellikleri
sergilemesine neden oluyor.
Hastalığı tanıtmaya
belli başlı fiziksel belirtilerle devam edebilirim sanırım.
Bebeklik ve çocukluk döneminde bu çocuklara büyük bir hata
olarak kabul edebileceğimiz farklı muamele yapılıyor. Bu hastalık
ve dolayısıyla davranış şekli insanlık tarihi kadar eski olduğu
için; ne yazık ki bu farklı muameleyi engelleme şansımız en
azından önümüzdeki birkaç yüzyıl içinde hiç yok gibi bir
şey. Resmen normal insanlardan farklı oldukları hissettiriliyor
onlara. (Eskiden Arabistan’da hasta doğanları diri diri toprağa
gömerlermiş.) O şekilde büyüyorlar. Yapacakları herhangi bir iş
muhtemelen başarısızlıkla sonuçlanıp birkaç kişinin canını
yakacağı için “sen kızsın; bebeklerinle oyna, evde otur, dikiş
dik, etrafı temizle ve pembe dizileri seyret!” şeklinde
baskılarla ciddi işlere burunları sokulmamaya çalışılıyor.
Ama tabii ki başarı sağlanamıyor. Ve bu hastalık tıp
literatürüne ve anayasaya “bir hastalık” olarak resmen
girmediği sürece de hiçbir zaman başarı sağlanamayacak. Halbuki
bir zamanlar ne güzelmiş.Taaa ki onlara bazı haklar tanınana
kadar. Her neyse. Bu hastalara etek, sutyen, külotlu çorap gibi
insanı yumuşak olacak tarzda olmaya itecek giysiler
giydiriliyor.Ayrıca genelde saçları uzun bırakılarak hemen fark
edilmeleri ve bu sayede onlara temkinli yaklaşılması sağlanıyor.
Bazen bu hastalardan bazıları saçlarını keserek biraz olsun geç
fark ettirmek istiyorlar hasta olduklarını ama nafile. Bunun
makyajı var, ojesi var..vs…hemen anlaşılıyor tabii hasta
oldukları. Dünya devletlerince hastalık resmen kabul edilmemesine
rağmen yinede onlara pembe nüfus cüzdanı ve bu hastalara özgü
isimler verilerek kağıt üzerindede rahat tespit edilmeleri
sağlanıyor.
Not:Bulaşıcı
değildir...;)
BENİ ISIRANLAR VE YÖNETENLER
Tam
şimdi aklıma müthiş bir teori geldi. Tamda Stephen KİNG amcamı
kıskandıracak cinsten, ha bu arada o hala yaşıyor mu? Hani şu
kara sinekler var ya; ister mikroskopla bak ister ancak görebileceğin
bir uzaklıktan bak her zaman çok fazla ve aynı iğrençlikte olan
yaratıklar. İşte bu şahsiyetler geceleri birden bire sivri
sineklere dönüşüyorlar, hani şu her zaman çok fazla gıcık,
sinir bozucu ve iğrenç delici iğneleri olan kan emicilere. Evet bu
aniden oluyor. Havada “bızz” diye uçarken “flop!” ediyorlar
ve “vizznn” diye uçmaya başlıyorlar. Kurbağanınki gibi
uzayıp kısalan dilleri birer kılcal boruya dönüşüyor. Bu biz
insanlardaki vampirlik makamına karşılık geliyor sanıyorum; yada
milletvekilliği, tam hatırlayamıyorum. Milletin; insanların,
insanlığın kanını emen hangi elit topluluktu
Öldürmek her daim tek ve en kesin çaredir. Fekat bu girişimi
başlatmak adeta bir tür işkencedir. İster ilkel yöntemlerle;
temposuz alkış yöntemi, ister azda olsa gelişmiş yöntemlerle;
reyd sinek spreyi ile sinekleriniz daha ölü daha uslu! Biraz daha
teknolojik olanı şeltox tabletler, sivrisinek kovalayıcı;
küstürüp kaçırtıcı ve son teknik olarakta sivriyi tenden uzak
tutucu krem; sür yat postu hiç deldirmeden kalk! Bu canlılarla
uğraşmak döt ister. Oturtulmuş bir sistemi verimli sürdürebilmek
anlık karşı koyuşlarla aynı kapıya çıkıyor her defasında:
başarısızlık! Onlar adeta dünyanın tek efendileri yaratılmışa
canlılar için ezeli ve ebedi. Bir türlü nesilleri sona ermiyor.
Aksine değişen her türlü ortama daha da gelişmiş bir hal alarak
karşı koyuyorlar. T.ş..k geçiyorlar adeta. Her ne kadar hayranmış
gibi konuşsamda onlara olan mevcut nefretim neredeyse en büyük
nefretimle aynı değeri işaret ediyor. Ve inanıyorumki
yaptıklarının cezasını ölümden çok daha pahalıya
ödeyecekler. Zaten bende sırf bu sebepten-tamam içinde biraz
tembellik yeteneğimde var- ya en ilkel yöntemi kullanıyorum yada
savaşa güç toplamak için memleketim olan dünyanın herhangi bir
yerinde geliştirici ve etkileyici eserler veriyorum. Ne diyem ki
komple bir sanat icracısı olduğumu söylemiştim. Aslına bakarsan
artık tamamen ev sahibi gibi davranmamın zamanı geldi de geçiyor
bile. Anadolu benim, Japonya benim, Asya benim, Avrasya dahi benim..
daha ne deyim? Tek odada çakılıp kalmışım… Toplumun bana
yakıştırdığı işkence biter bitmez evi şöyle bir dolaşacağım.
Ahaliyi sarıp sarmalarken, her yanını zevkime göre
kuşatacağım(giydirip kuşatmak) “Güle güle oturma” konumuna
alındığımda acep kaç seneyi yere çalmış halde olacağım. Ha
unutmadan sorayım kaçımız yavru bir köpeği bin bir güçlükle
bir o kadarda şirinlikle merdiven çıkarken arkadan seyretti; mutlu
oldu, iyi oldu? Sizi sinekler sizi sivrisinekler sizi…
Bir çıkar yol yok mu bu zindandan?
Müebbet yiyecek ne yaptım?
Doğuştan çaresiz!
Umutsuz, sevgisiz, her zaman yapayalnız olduğumu bildim aslında içten içe..
Korku!
Para!
Lanet!
İnsan!
Ölüm
Şarkıyla şiirle karın doymuyor değil mi?
Belki karın doyarda;
Alış-veriş, gezme-tozmaya yetmiyor be; di mi?
Sevdiğinle(göya) alış-veriş merkezlerinde ve barlarda gününü gün etmedikten sonra sevmeye ne gerek var!!=mantık aşkı(dedikleri bu olsa gerek)
ALDATMA VE İNFAZ
İkili oynanacak.!
“Giderken benide alacak mısın yanıya? Ver dudaklarını; titremeyecek mi ellerin gibi onlarda? Sanki gerçek nedeni, zorunluluğu söylemeye çalışıyormuş gibi davranmayacak mısın? Aç kollarını ki kalbinlede bu eylemi gerçekleştirdiğini iddia ettiğin gibi Sana yalancı demeye kıyamadığım gibi; Para karşılığı kendini zengin erkeklere satan kadın da diyemiyorum. Ya hayallerimiz, ya sözlerimiz, ya beynimdeki çocuk Hep: bu böyle nereye kadar sürecek demez miydik ikimizde; Birbirimizi haksız bularak, hemen ardından özürler dileyip sevişerek….. Offf of Artık sana hep yapılan latifeler alacak yine benim hakaretlerimin yerini. Fakat eminim aynı tadı yine alamayacaksın bundan öncekiler gibi! Çünkü şu an, yanımdan ayrıldığın an, Seninle ilk öpüştüğümüz, deniz kıyısındaki bankın hemen dibinde bir mezar satın almış olacaksın kendine” diye geçiriyordum aklımdan.
Kız-Hakan neden daldın yine? Biliyorum çok üzgünsün. Fakat tatlım bu kezde en başında sen demiştin ayrılalım diye.
Ben-Ama Melda. Ben bu sefer başka birini bulup ayrılmayı kabul edeceğini nereden bilebilirdimki. K-Demek dün geceki Meldaydı.
B-Şey ben Melda mı dedim? Sana öyle gelmiştir hayatım. Aslında Selda diyecektim yada dilim sürçtü. Dün gece biraz geç uyudumda . seni düşünmekten hep..
K- Hakan kes artık. Konuştukça batıyorsun. Sana ufacık bir şans bile vermemeliydim.
B-Güzelim. Bak beni dinle: benim kadınlara olan düşkünlüğümü biliyorsun. Bu erkekliğin doğasında var: özelliklede bende çok fazla. Hem ötekilerin benim için hiçbir önemi yok. Şimdiki gençlerin dediği gibi beş dakikalık ilişkiler onlar. Fast love! fast love!
K- Meğer ben, ben ne salakmışım, ne safmışım…Çok önceki birkaç kaçamağını içinde bulunduğun stresli ortam yüzünden kazayla yaptığını sanmıştım. Ben yanında olmadığım için. Fakat şimdi….Sen bir pisliksin!
Ben- Hayatım lütfen biraz sakinleş. Hem sende beni baba parası yiyen piçle aldatmadın mı?
K- Hayır aldatmadım. Bana belini bile sürmedi. Şey yani elini bile sürmedi. Sadece kıskandırıp uslandırmaya, birazcıkta intikam almaya çalışıyordum senden.
B- Selda üzgünüm. Ben bilmiyordum. Siz hep sarmaş dolaştınız. İnan az daha ikinizide vuracaktım. Seni inanmayacağın kadar çok seviyorum. Ne olur beni affet yeniden birleşelim. Söz bir daha asla kaçamak yok. Akıllandım artık. Bu son olaydı.
K- Evet bir tanem bir daha asla kaçamak yapamayacaksın. Sana her şeyimi verdim. Kızlığımda buna dahil. Kölen olmaya bile hazırdım. Fakat sen benide diğerleri gibi sandın değil mi? Çok yanıldın Hakancım!
Deyip gözlerime baktı nefretle sevecenlik arasında gidip gelen bakışlarla. Yavaş yavaş elini bacak arama götürüp beni tahrik etmeye başladı. Gözlerimi 2-3 saniye kapayıp açtım: ve odanın loş ışığında diğer elinde parlayan metal bir şey gördüğümde her şey için çok geçti…
H. ö.
DİKKATLİ OKU AMA İŞE YARAMAZ
Bi tanem! Kendimi işime ve hobilerime verdim. Öyleki aşk benzeri duyguların yakınından bile geçmiyorum. Aklıma o tip şeyler getirmiyorum. Zorlada olsa kendimi duygusuz olabileceğim yerlere, durumlara sürüklüyorum. Şu an bir yerde geçici olarak mühendislik yapıyorum ama patronum henüz geçici olduğumu bilmiyor. Ama çok yakında öğrenecek. Seni çok ihmal ettim. Kusura bakma. Ama bu bir neyse boşver. Bunların dışında hala bunalımdan bunalıma seyir halindeyim. Asla yeterince mutlu olamama yeteneğim en baba günlerini yaşıyor. Acaba doyumsuz muyum? Birden ortaya çıkıp yine birden kayıplara karışan düşünce kaoslarım beynimi harap ederken beni durmadan, utanmadan biraz daha dibe “biraz daha dibe” batır diye haykırıyorum. Oysaki ortada kimse yok. Batıranda benim çıkaranda. Her şey benim elimde. “Huzurun dibine vurup mutluluğu yanına meze edeceğim ama..” Biri tutup giriyor hayatıma; derin derin uykudan sarsa sarsa uyandırıyor sanki beni seviştiğim kuytudan çekip çıkarıyor kızcağızsa orada kalakalıyor. “Yürü eve gidiyoruz seni haylaz yaratık!” diye azarlayarak önüne katıp çalıyor beni ekinlerin arasına. Üstüm başım yara bere ne yapayım yakalanmışım bir kere. Debelenmek daha da kanatırken her bir yaramı, iyileşme hızını düşünüyorum her birinin günlerce sızlayacak her yanım; Ne olacak: Allah’ın belası mendebur karı.! Sonra suyun dibi daha hoş geliyor bana. Daha sakin daha güvenli.daha ölü! “Daha ölü olamazdım herhalde” diye serzenişte bulunuyorum alelade sevişirken kovukta çırılçıplak bırakıp gittiğim kıza. Donarak ölmüş zavallı. Sevişmemizin sonu ahrete kalmış. Bizden ati milyonlar durup dinlenmeden bizim hikayemizi yazmış. En sonunda “İkiside ölünce cennete gitmişler ve orada birbirlerini defalarca başkalarıyla aldatmışlar; çünkü orada zina serbestmiiiiiş” diye bitirmişler her seferinde hikayeyi. Bense herhalde hiç bu kadar temelsiz bir hayali yazı yazmamıştım şimdiye dek. Affet beni. Yordum o beni bilmez beynini.Hem artık kurtarıcı hayal etmektende vazgeçtim kendime en son modelinden. Öyle yalnızım ki tüm topluma mal olmuş en ünlü, en sanatçı kesiminden. Çünkü artık iyice bi anladım: kazıdım ruhuma kaçınılmaz sonumu: Anladım ki kimse kurtaramaz beni benden!
H.ö.
Wow.. abro mi mente y lo que leo realmente me gusta.
YanıtlaSil